25 Aralık 2009 Cuma

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(7)


Balca Nine Türbesi: Kırklareli Babaeski ilçesi Mutlu köyündeki türbede Balca Nine yatmaktadır. Ziyaret edenler dua eder, dilekte bulunurlar. Rivayete göre, Türbeye ait bir şeyin alınmasını Balca Nine onaylamamakta hatta cezalandırmaktadır. Yatırlarda görünen bu sahiplilik inancı evvelce de belirttiğimiz gibi çok yaygındır.

Vasiye Nine: Kocaeli Karamürsel’de Camiatık Mahallesi Park caddesindedir. Vasiye Nine, kadın evliya olarak bilinir. Ziyaretçiler ruhuna fatiha okurlar. Rivayete göre Vasiyet Nine yaşadığı devirde denizlerde sıkıntıya düşenlere manevî gücü ile yardıma koşarmış. Birgün sırrını açıklamak zorunda kalınca oracıkta ölüvermiştir. Dağıstanlı Şeyh Mustafa Efendi Türbesi Isparta Senirkent merkezde İstiklâl mahallesi Dağıstanlı sokaktadır. Bu türbede de Şeyh’in aile efradı yatmaktadır. Bu tür türbelerde keramet hazirede yatanlarda değil türbeye adını veren ulu zatlardadır. Bizim vurgulamak istediğimiz ulu zatın manevî alanından istifade edilirken cinsiyetin bir faktör olmadığını belirtmektir. Burası, mecnunlar, deliler tarafından ziyaret edilir. Bu şekilde gönül hastalarına şifa veren özel türbeler de vardır. Mem-u Zeyn Türbesi bu türdendir.

Mem-u Zin Türbesi: Şırnak ili Cizre ilçe merkezindedir. Genç âşıkların ziyaret ettikleri bir türbedir. Burada Mem isimli erkek ile Zin isimli kız âşıklar yatmaktadır. Bolu–Göynük ilçesi Kaşıkçı Şeyhler köyündeki Şıhlar Türbesi’nde bir erkek ile bir kadının yattığı inancı vardır. Bu tepede başka bir şey yoktur. Burası sıtma gibi hastalıkların tedavisi, çocuk dileği ve yağmur duası için ziyaret edilir. Ziyarete gelenler burada yatar, gördükleri rüyayı uygulayarak muratlarına ereceklerine inanırlar. Burada adak kurbanları kesilir. “Hacet Bayramı” kutlanılır. Eşlerin aynı türbede bir mezar içinde yattıkları çeşitli Türk kesimlerinde nadiren de olsa görünmektedir. Türkmeneli Erbil’in kuzeyindeki yatırda çiftlerin bir uzun mezarda bir arada oldukları ifade edilmektedir. Rüya yorumu ile ve yatırın türbesinde yatılarak tedavi olma da oldukça sık rastlanılan bir inançtır.

Kasımpaşa Türbesi: Bu türbede Kasımpaşa ve kız kardeşi yatmakta olup türbe Mardin merkezde trafo altındadır. Hicrî 787 yılında yapılan türbe, hacılar tarafından hacdan evvel ve sonra ziyaret edilir. Dağıstan’da hacca gidemeyenlerin üst üste yedi defa ziyaret edilmesi hâlinde hacı olunacağına inanılan Hasan–Hüseyin türbesi vardır. Anadolu’da hacdan evvel ziyaret edilen ulu kabirler vardır. İstanbul türbeleri bir dönem hacdan evvel gezilirdi. Esasen hacı adayları hacca gitmeden evvel çok kere bulundukları çevrenin türbelerini genelde dolaşırlar.
Mardin Derik’in Dumluca köyündeki türbede Zeytuna Hatun, Seyid Şeyh Seşdaş Hazretleri ile aynı türbede yatmaktadır. İnanışa göre; bir değirmeni besleyecek kadar suyu olmasına rağmen, ziyarete gelenler arasında iyi niyetli olmayan şahıslara suyu keser su vermezmiş. Anadolu’da iyi niyetli olmayan ziyaretçilere karşı verici olmayan hatta onları cezalandırdığına inanılan başka yatırlar da vardır. İstanbul Eminönü Süleymaniye Mahallesi Tiryaki sokaktaki Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nde Rabia Sultan, Zeliha Dilarup Sultan ve Aziye Sultan da yatmaktadırlar. Yine Eminönündeki Sultan II. Mahmut Türbesi’nde Abdulaziz’in ve II. Mahmut’un eşleri de yatmaktadırlar. Eminönü’nün At meydanındaki I. Ahmet Türbes’inde I. Ahmat’in yanı sıra oğulları ve kızları da yatmaktadır. Cedid Havatin Türbesi’nde Sultan IV. Murat, Sultan Abdulmecit ve II. Abdülhamid’in çocukları ve eşleri de yatmaktadır. Kanuni’nin torunu olan Huma Şah Sultan’ın kızı Fatma Sultan’ın Eminönü’ndeki türbesi ise müstakil bir yapıdır. Hanedana mensup olan Çelebioğlu Alaaddin Mahallesi’ndeki Hatice Turhan Türbesi’nde Hürrem Sultan’ın, Kanuni Sultan Sülyeyman’ın ve Köprülü Mehmet Paşa’nın türbelerinde de durum aynıdır. III. Selim, Sultan II. Mahmut Şehzade Mehmet, Şehzade Mahmut, Sultan V. Murat, Siyavuş Paşa, Sokullu Mehmet Paşa, Pertev Paşa, Nakkas Hasan Paşa, Hasan Hüseyin Paşa, Abdurrahman Paşa, Adile Sultan, Nakşidil Valide Sultan, Gülüstü Sultan, Gülbahar Sultan Şahu Huban Hatun Hekimoğlu Ali Paşa, Divitçi Şeyh Mustafa, Zeynep Kamil, Merkez Efendi’ye ait türbelerde ve daha bir çok türbede hanedan mensupları âdeta bir gelenek geliştirmiş bu geleneği hanedan dışındaki bazı ünlü isimler de uygulamışlardır. Buna göre, Şeyhlerin türbeleri etrafında tarikat mezarlıkları oluşmuştur. Hanedan mensupları da aile mezarlıkları oluşturmuşlardır. Ankara Altındağ Atpazarı sok. yedi numadrada, Saraç Sinan Türbesi bulunmaktadır. Türbede Saraç Sinan ile birlikte aile efradı da kalmaktadır. Burası özellikle bayanlar tarafından ziyaret edilmekte Kur’an-ı Kerim okunup dualar edilmektedir. Türbelerin ziyaretinde ziyaret edilenin veya ziyaret edenin cinsiyet farklılığı olmazsa olmaz noktasında değildir. Ancak ulu zatların âdeta ihtisaslaştıkları şifa alanları vardır. Bazı yatırlar annelikle ilgili ihtiyaçlar için ziyaret edilirler. Afyon Merkez, Mevlevi Camii’ndeki Mevlevi Türbesinde erkek Mevlevilerin yanı sıra Bahar Hatun, Güneş Hatun, Mutahkara Hatun, Fatma Zehra Hatun da yatmaktadır. Türbe genellikle burada yatanların keramet sahibi olduklarına inanıldıkları için ziyaret edilir. Buraya çocuğu çok ağlayanlar ve evlenememiş kızlar dua için gelirler. Tarikatlara mensubiyet şüphesiz sadece erkeklere mahsus bir imtiyaz değildi. Tarikat ehlinin defnedildiği Şeyh türbelerine, tarikata mensup mevki edinmiş ulu hatunların da gömülmeleri doğaldır. Manisa Akhisar’daki Şeyhisa Türbesi’nde Şeyh, karısı İnci Hatun oğlu İlyas ve annesi Meryem birlikte yatmaktadırlar. Manisa Gölmarmara’daki Mehmet Ağa Türbesi’nde Mehmet Ağa’nın oğlu ile kızı bir arada bulunmaktadır. Manisa Yirmiiki Sultanlar Türbesi’nde Manisa’da valilik yapan şehzadelerin aile ve çocukları yatmaktadır. Sandukalardan sekizi erkek diğerleri kadın ve çocuklara aittir. Malatya Darende Balaban’daki Şeyh Abdurrahman Erzincani Türbesi’nde de oğlu ve Necmiye Hatun bir aradadırlar.
Aksaray ili Güzelyurt ilçesi Selime kasabasındaki Ali Paşa Türbesi’nde aile etrafı da yatmaktadır. Ali Paşa Türbesi’ndeki ölü başlarının savaş zamanında kayboldukları ve savaş sonrası türbeye döndüklerine inanılır ki, bu inanç da Ana Maygıl inancının bir ürünüdür. Niğde merkez Şehitler Sağlık Müdürlüğü önünde bulunan Hüdavent Hatun Türbesi’nde Selçuklu hükümdarı Keyhüsrev’in oğlu Şehit Rüknettin Kılıç Arslan, Hüdavent Hatun ve Niğde Sancak beyinin kızı Belkıs yatmaktadır. Giresun merkez Tekke köyünde yatmakta olan Şeyh Yakup Türbesi’nde aileden fertlerin arasında halifenin eşi ve kız kardeşi de vardır.

Mamahatun Türbesi: Erzincan ili Tercan ilçesi Mama Hatun semtindedir. Mamahatun, Saltuklu Beyliğinin kurucusu Alaattin Keyhusrev’in kızı olup aile efradı da bu türbede yatmaktadır. Türbeyi Ahlatlı mimar Şaşı Musaddal yapmıştır. Yontma taş ve Horasan harcı ile yapılmıştır. Kümbet’in altında bir çeşme vardır. Burayı ziyaret edenler kasabanın kurucularına dua ederler. Rivayete göre Tercan’ın ilk sahibi kadın olduğu için burası uğursuz yer olarak kabul edilmiştir. Yavuz Sultan Selim burada konaklamak isteyince asker huzursuz olmuş ve konaklamaktan vazgeçilmiştir. Türk halk inançlarında, uğursuz sayı, uğursuz gün, uğursuz hayvan gibi uğursuz yer inancı da vardır. Uğursuz yerler çok kere Sahipli Yerler olarak bilinir. Bunlar bazen de cinli yerler olarak anlatılır. Türk halk inançlarında kadının kadınlığından gelen özel yeri vardır. Kadınların özel hâlleri ile ilgili ayrıca inançlar vardır. Türk halk tasavvufunda kut bulmak için cinsiyetin bize göre yeri yoktur. Ancak, bir dönem Anadolu ve Kafkasya’da işe giden erkek önünden kadının geçmesini veya ilk karşılaşacağı kimsenin kadın olmasını istemezdi. Bunun için kadınlar dışarıya çıkınca belirli yerlerin dışına çıkamazlardı. Erzurum Pasinler ilçesi Ardıçlı köyündeki Mısırlı Ali Gazi Paşa Kümbeti ve Ferruh Hatun Kümbeti, birlikte kutsal bir mekân oluşturmuşlardır. 850–900 yıl evveline ait kümbet, Kurtuluş Savaşı günlerinde Ermenilerin saldırısına uğrar. Ermeni milisleri türbeyi kurşunlamaya, kümbetin üzerine çıkıp yıkmaya kalkışırlar. Bunun üzerine türbe şiddetli bir sarsıntı ve savunma ile Ermeni milisleri çevreye savurur. Türk halk inançlarında günümüzde de yaşamakta olan Yeşil Sarıklılar inancına göre geçmişin ulu zatları vatan savunmasında, yaşayan halkla birlikte savaşa katılır. Bu inancın derinlerinde eski Türk inanç sistemindeki Ana Maygıl inancının izleri vardır. Diyarbakır ili Lice ilçesi Savat (Hazan) köyünde Şeyh Abdulkadir’e ait türbede aileden Asiye, Fatma ve Rukiye’nin de kabirleri vardır. Nakşibendi Tarikatı şeyhlerine ait türbeyi halk, şeyh mürşit ve halife olduğu inancından yola çıkarak ziyaret etmektedir. Çorum merkez ilçe, Emirahmet, Üçdutlar mahallesinde yatmakta olan Ümmü Gülsüm bir hatun yatırdır.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(6)


Loğusa Hatun: İstanbul–Beyoğlu Şişhane’de yatmaktadır. Lohusalara yol gösteren bir pir-i fâni olarak bilinmektedir. Burayı ziyaret edenler mum yakar, niyet taşı yapıştırırlar. Rivayet edildiğine göre, Asker olan bir kişi, hamile hanımını bir kulübeye bırakır. Allah’a emanet eder ve Allah rızası için savaşa gider. Döndüğünde eşini bıraktığı yerde bulamaz. Bir pir-i fâni zata sorar, o da bugünkü türbenin bulunduğu yeri gösterir. Asker baba buraya geldiğinde annenin öldüğünü yavrusunun ise hâlâ annesinin memesinden süt emdiğini görür. Eski Türk halk inanç sisteminde Umay Ana kültü, yavrular ve hamile annelere yardım eden bir dişi ruh olarak bilinir. Bir kısım araştırmacılar Fatma Ana kültü ile Umay Ana kültünü birbiriyle ilişkilendirirken; diğer bir kısım halk bilimcilere göre Fatma Ana kültü, Kıbela’nın devamıdır.

Kırmızı Ebe Türbesi: Ankara Kızılcahamam ilçesi Taşlıca köyündedir. Türbede Oruç Sultan Gazi’nin annesi yatmaktadır. Türbede yatan şahsı ve benzerlerini halk, Anadolu’nun Türk–İslâm yurdu oluşunun mimarları olarak görür. Ziyaretçiler burada ibadet etmektedirler. Rivayete göre Kırmızı Ebe, Alaaddin Keykubat’ın ordularını bir kova ayranla doyurmuş buna rağmen ikram edilen ayran bitmemiştir.
Ebe, Ebe Ana, Ebe Kadın halk inançlarımızda ebe kültünü oluşturmuştur. Birçok yerde bibi, hala veya teyze anlamına gelirken bazı yerlerde bibi, ebe anlamına gelmektedir. Güney Azerbaycan Türklerinde birçok Bibi Türbesi vardır. Anadolu da Kırmızı Ebe kerametinde olduğu gibi benzeri kerametler çok anlatılır. Bunların toplanıp yorumlanması, Anadolu insanının estetiğini ortaya koyacaktır. Anadolu uluları, fikirlerini sözlü ifade ile doğrudan telkin yaparak açıklamazlar. Onlar sergiledikleri hayat tarzı ile menkıbeleşen hayatlarında doğruluğu, dürüstlüğü, mertliği, paylaşımı, bereket fikrini, gözü tokluğu, sır saklamayı, tevazuu, merhameti vb. sergilerler. Bu arada Bursa ilimizde de Ebe Hatun Türbesi vardır. Bu türbenin etrafında da halk inançları yaşanmaktadır. Hoş Ebe ve Gebe Sarıkız Türbeleri Ankara Nallıhan’dadırlar.

Süt Evliyası: Sivas merkezde Şehitler caddesindedir. Süt Evliyası’nın çocuğunu emzirirken ölen şehit bir anne olduğuna inanılmaktadır. Sütü olmayan annelerin burayı ziyaret edip türbeye konulan suyu içmeleri hâlinde sütlerinin geleceğine inanılır. Anadolu’da süt inancı ile bağlantılı evliya çoktur. Bunlardan Van ilinin Çatak ilçesi Karağaz köyünde Süt Ziyareti vardır. Yine aynı ilin Dere köyünde de Süt Ziyareti vardır.

Süt Evliyalar Türbesi: Sivas Domurciardı mahallesindedir. Sütü olmayanların buradan bir miktar su içince sütlerinin artacağına inanılır. Süt Ocağı ise Sivas’ın Söğütçük köyündedir. Ocağa sütü ve çocuğu olmayanlar ziyarete gelir.

Kırklar Dağı: Sivas merkezde Tokus köyündedir. Kırk Horasan erinden birinin bu dağda yattığına inanılır. Merkez köyünde de bir Kırklar Tepesi vardır. Tepenin etrafındaki suyun şifalı olduğuna inanılır. Burada belirli bir günde ışık yandığına inanılır. Burayı ziyaret edenlerin dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır. Halk inançlarında bazı yatırlardan mübarek gecelerde ışık yandığına dair yaygın bir kanaat vardır. Afyon Başmakçı ilçesindeki Sultan Abdurrahman Abdulkadir Geylani Hazretlerinin talebesidir. Horasan Eri olan Abdurrahman ve eşi Sultan aynı türbede yatmaktadırlar. Burası toplu kabir ziyaretleri ile ziyaret edilir. Burada Yasin ve diğer sureler okunarak dua edilir. Bu türbe, Horasan Erleri Türkistan’dan batıya, kuzey ve güney batıya, Kafkasya, Kırım, Anadolu ve Balkanlara Türk İslâm misyonunu taşırlarken er kişi ve kadın kişinin aynı davada bir arada olduklarını gösteren çok tipik bir örnektir.

Keziban Bacı Türbesi: Afyon ili Emirdağ ilçesi Başkonak köyündedir. Hiç evlenmemiş olan Keziban Bacı, hayatta iken bazı kerametler göstermiştir. Bu türbeyi daha ziyade çocuğu olmayanlar ve çocuğu yaşamayanlar ziyaret ederler. Çocuk erkek olunca ismini Tufan, kız olunca Keziban koyarlar. Bu uygulamadaki inancın derinliklerinde türbedeki zatın koruyucu gücünün bulunduğu inancı vardır. Bir çok ulu zata yaşamayan çocuk satılır ve böyle çocuklara kız olunca Satı erkek olunca da Satılmış ismini koyarlar.

Bacım Sultan Türbesi: Ankara’nın Nallıhan ilçesi Tekke köyündedir. Türbede Taptuk Emre’nin kızı Bacım Sultan, eşi ve çocukları vardır. Burayı genelde akıl hastaları ziyaret eder, adakta bulunulur.
Kurbanlar kesilir, namaz kılınır. Kesilen kurbanın eti çevrede dağıtılır. Türbenin yakınındaki hamurlu suda banyo yaparlar. Rivayete göre, Hamza Sultan’ın oğlu Hulf Sultan ile Tabduk Emre’nin Kızı Bacım Sultan sevdalanır ve evlendirilirler. Gelin Tekke köyüne gelince kaybolur. Tabduk Emre kızı için “O yerini buldu,” der ve bugünkü yatırın olduğu yeri gösterir. Birgün Bacım Sultan’ı Tabduk Emre yakınları ile ziyaret etmek ister. Erenler mevkiine geldiklerinde Bacım Sultan hamurlu elleri ile onları karşılar ve ellerinin hamurunu sıyırınca toprağa sürer ve oradan hamurlu su çıkar. Anadolu’nun Türkleşmesi tarihi anlatılırken Ahiyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum gibi Bacıyan-ı Rum’unda rolleri anlatılmıştır. Konuyu ilk ele alan eser Ömer Lütfi Barkan’ın Kolonizatör Türk Dervişleri isimli eseri olmuştur. Bu konuda daha sonra Mikail Bayram’ın ve Nejat Birdoğan’ın da çalışmaları olmuştur. Bacım Sultan’ın; bu mücadelenin dışında olduğu söylenemez. Suyundan, içilerek ve yıkanılarak şifa umulan yatırlar olduğu gibi çamurundan şifa umulanlar da vardır. Kars’ın Akyaka ilçesindeki Çemlik köyünde, yılancık ve benzeri hastalıkların tedavisinde çamuru kullanırlar.

Üç Bacılar Türbesi: Bitlis merkezde Gökmeydan semtindedir. XV. yy.da II. Şerefhan’ın kız kardeşleri oldukları ifade edilmektedir. Dileklerin yerine getirilmeleri için genelde bayramlarda ziyaret edilir. Van’ın Erciş ilçesi Tekler köyündeki ziyaretin ismi ise Kavgalı iki Bacı veya Kavgalı Bacılar ziyaretidir. Aynı ilçenin Ziyaret köyünde

Bacı-kardaş ziyareti vardır. Bacı kelimesi genel anlamı ile kız kardeş veya kız kardeş yerine konulmuş bayan anlamına gelirken bu kelimenin Alevi Bektaşi İslâm Türk kesiminde özel anlamı vardır. Sıradan olmayan bu bacılığın bize göre derinliklerinde Bacıyan-ı Rum inancı vardır. Bitlis’deki Üç Bacılar Türbesi üç ulu kız kardeş anlamında olmalı.

Hacı Fatma Ana’nın Türbesi: Yozgat ili Çekerek ilçesi, Çeltek köyündedir. Burası hastalıkların şifası için ziyaret edilir. Muğla’da Sarı Ana Türbesi bu türden türbelerimizdendir.

Hayme Ana Türbesi: Kütahya Domaniç’in Çarşamba köyündedir. Türbede Osmangazi’nin ninesi Ertuğrul Gazi’nin annesi, Gündüz Alptekin’in eşi Hayme Ana yatmaktadır. Yatır, hayır dualarla anmak Kur’an-ı Kerim ve mevlit okumak için ziyaret edilir. Türbe civarında cirit oynanır, folklorik gösteriler yapılır, mehter takımı marşlar çalar, etli pilâv ikramı yapılır. Ölü için hayır işlemek halkımızın eski ve yaşayan inançlarında önemli bir yer tutar. İnsanlara olduğu gibi bitki ve hayvanlara da hayır işlenir. İnsanlar için ölü aşı verilirken, mezarlara, yolcuların içmeleri için testi ile su konulur. “Kurdun kuşun içmesi için” mezar taşlarına suluk da yapılır.

Fatma Ana Türbesi: Sivas ili Suşehri’ndedir. Sivas yatırları arasında Horasan Erenlerinden Köse Süleyman ile Osman Gazi’nin kardeşleri olan Fatma Ana, Şemsi Ana vardır. Bunlar Anadolu Bacıları, Bacıyan-ı Rumlar’dandır.

Sarı Ana Türbesi: Marmaris’teki Ballıcaların sefere çıkmadan ziyaret ettikleri bir yatırdır. Denizde dara düşenler “Yetiş Sarı Ana” diye ondan medet isterler. Nasihati üzerine kursağında haram lokma bulunanların sefere katılmamalarının hayrına inanılır.

Ana Hatun Türbesi: Erzurum’dadır. Burayı rüyasında görenler ve ona hürmet duyanlar, ziyaret ederler. Afyon’da ise Kadın Ana Türbesi vardır.
İsminde gelin olan ziyaretler ise çok kere taş kesilme motifi ile ilgilidir. Bir çok yerde Gelin Kayası, Gelin Alayı Kayaları vardır. Van’ın Erciş ilçesi Ernis köyündeki Gelin Alayı Ziyareti bunlardan birisidir. Yine aynı ilin Gürpınar ilçesi Değirmen köyünde Gelin Taşı vardır. Gelin – Güvey Kayaları ise Van’ın Derebey köyündedirler.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(5)


Selamet Hatun Türbesi: Amasya merkezindedir. Halk, Hatunun kutsal bir kişiliği olduğuna inanmakta Allah rızası için ziyaret etmektedir.

Çandır Şah Sultan Hatun Türbesi: Yozgat ili, Çandır ilçesi Yeni Meydan’dadır. Fatiha okunmak için ziyaret edilir.

Fatma Hatun Türbesi: Kırşehir merkezde Yenice mahallesindedir. Halkın itibar ettiği bir mekândır.

Muhterem Hatun Türbesi: Kırşehir merkez Yenice mahallesi imaret mevkiindedir.

İklime Hatun Türbesi: Kahraman Maraş merkezde Belediye Çarşısı karşısındadır. Haduniye Türbiyesi Kahraman Maraş merkezde Kurtuluş Mahallesi Hamidiye caddesindedir. Hatun Sultan Türbesi Kastamonu merkezde Cebrail mahallesi Selçuk sokaktadır. Mahperi Hatun Türbesi Kayseri Melikgazi ilçesinde Hunat Camii yanındadır. Kutlu Hatun Türbesi Erzurum Gavurbağan mahallesindedir.

Destine Hatun Türbesi: Konya’dadır. XVII. yy.da yaşamış Mevliye (Mevlevi) tarikatı büyüklerindendir. Dünyaya gelmeden evvel manevî olan ünlü bir isim olacağı, kendisiyle ilgili görülen rüyadan anlaşıldığına inanılmaktadır.

Gülnar Hatun Türbesi: Ankara yakınlarındadır. Türbesine adak bezi bağlanılmaktadır. Bu bezler bir anlamda saçıdırlar. Saçı, Türk Halk inançlarında kansız kurban olarak bilinir. İyilikleri, güzellikleri celbetmek kötülükleri, fenalıkları defetmek için yapılır. Böylece, sağlık, saadet, geçmişlerin ruhuna rahmet, bereket ve rızk dilenirler. Bu münasebetle; çoluk-çocuk, konu-komşu, fakir-fukara, kurt-kuş sevindirilir. Doğumda ad vermek, ilk saç ve ilk dişte, ekinde, biçimde kabir ziyaretinde saçı saçılır.

Selçuk Hatun Türbesi: Sivas Suşehri’ndedir. Mezarı kaldırmak isteyen iş makineleri bozulmuştur. Buraya altını ıslatan çocuklar getirilir. Çocukların sırtlarına süpürge ile vurulur. Böylece altlarını ıslatmayacaklarına inanılır.

Beşkardeşler Türbesi: Sivas ili Sarkışla ilçesindedir. Sivas Karalar köyündeki Davullu Dede, Beşkardeşlerden biridir. Beşkardeşler Davullu Dede, Karacalar Tekkesi, Kevgir Baba Turna Dağı Ziyareti ve Damıl Baba’dır. Baba, Ata, Dede-Baba, Pir bir anlamda eski Türk inançlarındaki Kam kültünün uzantılarıdır. Türk dünyasının her kesiminde çok sık rastlanan ulu kabirlerdir. Kutsal Ata Ruhu, Kutsal Hakan hiyerarşinde yer alırlar.

Çifte Sultanlar Türbesi: İstanbul Fatih’te Ali Fakih Mahallesi Koca Mustafa caddesindedir. Türbede Hz. Hüseyin Efendimizin kızları Fatma ve Sakine Sultanlar yatmaktadır. Türbe daha ziyade Alevî inançlı Müslüman Türkler tarafından 10 Muharrem’de merasim yapılarak ziyaret edilir. Hatunlar, Sultanlar, Hanımlar, Anadolu Türk türbe kültüründe yer almış ulu kadın kişilerdir. Amasya’da Selamet Hatun Türbesi, Eslem Hatun Türbesi, Kümbet Hatun Türbesi, Sucu Hatun Türbesi, Rumi Hatun Türbesi gibi onlarca hatunla tanımlanan kutsal mekân etrafında çeşitli halk inançları gelişmiştir. Keza Bursa’da; Devlet Hatun Türbesi, Ebe Hatun Türbesi, Gül Çiçek Hatun Türbesi, Gülruh Hatun Türbesi, Nilüfer Hatun Türbesi, Şirin Hatun Türbesi, Kayseri’de Hünal Hatun Türbesi, Konya’da Gömeç Hatun Türbesi Erzurum’da Ana Hatun Türbesi, Rabia Hatun Türbesi, Erzurum–Pasinlerde Ferruh Hatun, Eskişehir’de Valide Sultan Türbesi bunlara örnektir. Anadolu’da eski Türk inançlarının izlerini taşıyan çok yatır vardır.

Ömer Halan Türbesi bunlardan birisidir. Ömer Halan atı ile gömülü ulu bir kabir olup Van ili Başkale ilçesindedir. Atı ve silahı ile gömülmek eski bir Türk inancıdır.
Keza Elma veya Alma Baba Türbesi’nin birisi Sivas’ın Zara ilçesinde diğeri de keza Sivas’ın İmranlı ilçesi Akören köyündedir. Buradaki Elma Baba, Küpeli Baba ve Kızıl Baba’nın kardeşidirler. Elma Türk halk inançlarında dölün, zürriyetin, bereketin, doğurganlığın simgesidir. At, Türk halk inançlarında; at nalı, at kılı, at üzengisi, at gemi vb. şekilleriyle geniş yer alır. Çocuklukta sopa atla tanışılır, nazar ve bereketle ilgili inançlarla devam eder. El sanatları ve mezar taşlarında yoğun olarak görülür. Halk hikâyelerinde Rum Abdalları’nın çocuğu olmayan kadınlara elma vererek çocuk sahibi olmalarına vesile oldukları anlatılır. Rum Abdalları yani Abdalan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum yapılanmasının bir parçasıdırlar.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(4)


Şeyhetü Zeynep Türbesi: Siirt merkezde Aydınlar caddesindedir. Birçok ulemanın yetişmesinde hocalık yaparak katkıda bulunmuştur. Hz. Rahime, Hz. Eyup (A.S.)’ün eşi olup Urfa Viranşehir de yatmaktadır. Ziyaret eden hastaların şifa bulduklarına inanılır. Zeynelabidin ve kız kardeşi Sitti Zeynep, Mardin Nuseybin’de Yıldırım mahallesi Zeynelabidin sokak No: 15’tee aynı türbe içerisindedirler. Ehl-i Beyt olduklarına inanılan bu zatları ziyaret edenler Kur’an okuyup dua ederler. Ağrı, Doğu Beyazıt, İshakpaşa Cami civarındaki Ahmed-i Hani (Hani Baba) Türbesinde Peygamber efendimizin soyundan geldiğine inanılan Hani Baba gibi ulu erlerin yanı sıra Seyyide Hatice Hanım gibi kadın kişiler de yer almaktadır. Burayı ziyaret edenler fatiha okur dua ederler. Ankara Nallıhan, Emresultan köyündeki Tabduk Emre Türbesinde Tabduk Emre ile birlikte aile efradı da yatmaktadır. Horasan’dan gelmiş bir Horasan eri olan Tabduk Emre ile birlikte 4 çocuğu ve eşi de gelmiştir. Tabduk Emre’nin mücadelesinin mahiyeti şüphesiz Horasan eri olan eşinin davasından farklı değildi. Buraya çocuğu olmayanlar adak için gelir. Nafile namazı kılar, kurban kesip dua ederler.

Cimcime Sultan: Ankara ili, Haymana ilçesindedir. Buradaki şifalı kaplıca suyunu ilk bulan Cimcime Sultan olmuştur. Burayı çocuğu olmayan anne adayları ve kısmetleri açılması için genç kızlar ziyaret ederler. Ziyaretçiler yakın çevredeki ağaçlara adak çaputu asar, dilekleri kabul olunca tekrar gelip kurban keserler. Rivayete göre Cimcime Sultan’ın yüzünde ve vücudunda yaralar çıkar. Üvey annesi hastalık kendilerine de geçmemesi için onu evden uzaklaştırır. Kaplıcanın bulunduğu yerde oynarken Cimcime Sultan bu su ile yıkanır ve tedavi olur. Cinsiyeti tartışma konusu olan Cimcime Sultan’ın genç bir kız olduğu, günün erken saatlerinde kaplıcaya gidenler sarı saçlı güzel bir kızı kaplıcada görünce anlaşılır. Kayseri Develi ilçesi, Epçe köyündeki Epçe Sultan Türbesinde yatan şahsın cinsiyeti bilinmemektedir. Türbede Beşik denilen tahtadan yapılmış mezar vardır. Yatırın başındaki üç kg. ağırlığındaki taş, ağrıyan yerlere sürülmektedir. Sultanın Horasan’dan geldiğine, Havadan köyündeki yatırla amca çocukları olduklarına inanılır. Onun ziyaretine Eğer taşı diye bilinen taşa binerek gittiği rivayet edilir. Urfa’daki Eyüp Peygamber’in türbesinde de sürüldüğü zaman şifa vereceğine inanılan bir taş vardır. Taşa, duvara binerek at gibi sürme, menakıpnamelerde de geçmektedir.

Sultan Hatun veya Aynalı Kadın Türbesi: Sinop ili Meydan Kapı mahallesindedir. Hatunlar Türbesi Sinop merkez ilçede Ada Mahallesindedir. Bursa’da Hatice Sultan Türbesi ile Huna Sultan Türbeleri vardır. Huna Sultan’ın diğer ismi Ak Türbedir. Safiye Sultan Türbesi ise, Aydın Koçarlı’dadır.
Nejat Birdoğan, Hatun’un kumalık anlamına geldiğini belirterek; “Töreye göre ikinci hanıma yer olmadığından savaş esirlerinden seçilen bu ikinci eşlere hatun denilmeye başlanıldı
demektedir(Birdoğan, 1988: 3-12). Hatunluk zamanla hem sosyal ve hem de inanç içerikli itibar kazanmıştır.

Hafsa Hatun Türbesi: Aydın Kuyucak kasabası Azizabat köyündedir. Türbe Aydınoğullarının uç beyliklerinden Süleyman Şahın Kızı Hafsa Hatun veya Hafız Hatun’a ait olup XIIX. yy. da Karaosmanoğulları döneminde yapıldığı ifade edilmektedir. Burada mevlit okutulur, hayır yemeği verilir. Türbenin yanındaki ağaca niyet bezleri bağlanır. Kadınların dilek tuttukları makamlardandır. Sultanlı Türbelerimizden birisi de Van ili Ercis ilçesi Yılanlı köyündeki Sultan Zübeyde’dir. Halime Hatun Türbesi ise, Van’ın Gevaş ilçesindedir. Nigar Hatun Türbesi Antalya’da Erzen Hatun Türbesi ise Bitlis’tedir. Erzurum Merkez Hasan Basri mahallesindeki Rabia Hatun Türbesi XII. yy.da yapılmıştır. Türbenin Mahrudi Kubbesi yıkılmıştır. Ayırdıcı hadlerini urgan gibi bükülmüş vaziyette birer çift kabartma süsler, cenazeliği vardır. Sandukanın konduğu katın kapısı altından fevkalade nefis çiçek tezyinatlı bir kuşak bütün türbeyi sarar. Ulemadan bir kadın olduğu kabul edilen Rabia Hatun Türbesi’ni halk dua etmek için ziyaret eder.

Akhürrem Türbesi: Afyon ili, Çay ilçesinin Akkonak kasabasındadır. Akhürremin veli bir hatun olduğuna inanılmaktadır. Kasabaya ismini bu veli hatun vermiştir. Anadolu’da birçok dağ kasaba ve semte ulu zatların ismi verilmiştir.

Safiye Sultan Türbesi:
İstanbul Fatih, Ali Fatih mahallesi Koca Mustafapaşa caddesinde Sümbül Efendi camisinin avlusundadır. Safiye Sultan Koca Mustafa Paşa’nın kızıdır. Türbenin müştemilatında başka türbeler de vardır. Burası çeşitli maksat ve niyetlerle ziyaret edilmekte fatiha okunup dua edilmektedir. İstanbul türbelerinin bilhassa Osmanlı hanedan ve devlet ricali türbelerinin etrafında günümüze gelen mistik folklor meselâ niyet bezi bağlamak türünden uygulamalar yoktur.

Pertavriyal Valide Sultan Türbesi: İstanbul Fatihde Guraba Hüseyinağa mahallesindedir. Pertevniyal Sultan (öl.1883) 2. Mahmut’un eşi Abdulaziz’in annesidir. Burada namaz kılınır ve bazen fatiha okunup geçilir.

Asude Hatun Türbesi: İstanbul Fatih’de Haydar mahallesi Karadeniz caddesindedir. Asude Hatun II. Beyazıt’ın süt annesidir. Ziyaretçiler burada Fatiha okur dua eder.

Tevekkel Sultan Türbesi: İçel Silifke’de Cami Kebir mahallesinde Tevekkel Sultan Pasajı’ndadır. Burası Selçuklu Sultanlarından birisinin annesidir. Buranın ziyareti çarşamba ve perşembe günlerinde yapılır dilekte bulunulur.

Gülbahar Hatun Türbesi: Trabzon merkezde Gülbahar Hatun mahallesi Atapark’tadır. Türbede Yavuz Selim’in annesi Gülbahar Ayşe Hatun yatmaktadır. Manevi değeri olan bir hatun olduğu için ziyaretçiler fatiha okurlar.


Elti Hatun’un Türbesi: Tunceli –Mazgirt’tedir.Türbede Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi ve kardeşi yatmaktadır. Rivayete göre Elti Hatun hayatta iken yılandan çok
korkmaktadır. Vasiyeti üzerine korunmak üzere tabutu zincirle tavandan asılır bir süre sonra tabuta yılanın girdiği görülür. Bu defa tabutu şu anki durumuna getirilir toprağa gömülür. Yılanın Türk halk inançlarında geniş bir yer tuttuğu bilinirken Eski Türk inançlarındaki yer altı hakimiyeti ile de bağlantılandırılmaktadır.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(3)


Kırk Kızlar Tepesi: Kayseri Talas’da Ömerhacılı köyünün kuzeydoğusundadır. Rivayete göre düşman saldırısına maruz kalan Kırkkız, tepede toplanarak “Allah’ım bizi ya taş et ya kuş et.” derler ve taş olurlar. Eğer ilkin kuş et deselerdi kuş olacaklardı. Anadolu efsanelerinde; düşmandan, ırz düşmanından veya aile içi anormal baskılardan korunmak için bu tarz dua ve taş olma olayına çok rastlanır. Genelde bu tür olaylar Taş kesilme olarak bilinir. Van Erciş’te Gül Handan, Van’ın Gürpınar ilçesi Zernek köyünde Hanımzade Türbeleri vardır. Van’ın Dermeryema (Meryem Ana) ziyareti ise eski bir kilisededir. Erzincan–Tercan’da Mama Hatun Türbesi vardır. Cami bahçelerinde olduğu gibi kilise bahçelerinde ulu zatlar defnedilmişler veya caminin, kilisenin kutsiyetinden buraya gömülmekle istifade etmek istemişlerdir. Halk inançlarında Hristiyanların İslâm ve Müslümanların da Hristiyan türbelerine itibarı bir dönem oldukça yoğun iken konunun diğer boyutu da Anadolu Ermeni türbelerinin bir kısmının Gregoryan Türklerine ait olduklarıdır. Koçlu–Koyunlu Türk mezar taşlarının ve On İki Hayvanlı Türk takviminin bazı kiliselerde yer almış olması, kümbet tarzı çatı örtüsüne kiliselerde de rastlanılması, Gregoryan kilisesinin kuruluş dönemlerinde bir kısım Türklerin bu cemaat içinde yer almış olabileceklerini düşündürürken; Hristiyan idollerinin bulundukları yerlerde Müslüman halkın eski Türk inançları içerikli pratikleri yaşatmaları aynı düşünceyi doğrulamaktadır.

Meryem–Olukbaşı Türbesi: Aydın ili, Bozdoğan ilçesi, Olukbaşı köyünde bir tepededir. Burası çeşitli istekler bilhassa çocuk dileği için ziyaret edilir. Ayrıca askere gidenler ve çeşitli problemi olanlar da ziyaret ederler. Meryem’in sol göğsünden yaralanarak şehit olmuş bir kadın olduğu anlatılmaktadır. Türbesine zarar verenlerin rüyasına girerek ikaz ettiğine inanılır. Meryem ismi İsa isminde olduğu gibi Hz.İsa ve Hz.Meryem’e hürmeten çok konulan bir isimdir. Ayrıca şahadet şerbeti içebilmek için kadın kişi olmak engel değildir. Türbeye ve etrafına zarar verenlerin, türbede yatanlarca rüyaya girerek uyarıldığı inancı çok yaygındır. Peygamberlere soy bağlantılı ulu kabirlerde de manevî itibar bakımından mertebe sadece er kişilere mahsus değildir. Bu soydan gelen eş ve kız çocukları da manevî itibar görürler.

Siddi Zeynep Türbesi: Antalya–Alanya Çarşı Mahallesi Kaleyamaç Mevkii Merkez Karakolu üstündedir. Siddi Zeynep’in Peygamber soyundan geldiğine inanılır. Çevre halkı bütün ruhsal hastalıkların tedavisi ve çocuk dileği için burayı ziyaret ederler. Ziyaretçiler dua eder şefaat dilerler.

Fatma ve Sakine Hanımın Türbeleri: İstanbul Fatih’tedir. Her ikisi de Hz. İmam Hüseyin’in kızlarıdır. Daye Hatun’un da Türbesi İstanbul Fatih’tedir ve O da sahabedir. Sahabe olabilmek için erkek olma şartı yoktur. Maraş’ta da İstanbul’da olduğu gibi Sahabi Türbeleri ve bunların etrafında yaşanan halk inançları vardır.
Erzurum ili Pasinler ilçesi Altınbaşak köyünde Peygamber efendimiz(SAV)’in soyundan gelen Dede Mahmut Efendi Türbesi’nde İbrahim Hakkı Hazretlerinin annesinin babası olan Dede Mahmut Efendi ile Alvarlı Muhammet Lütfi Efendi Hazretlerinin de annesi olan Hatice Hatun da yatmaktadır. Halk, Dedenin füyuzatından istifade etmek ve dua edip Kur’an-ı Kerim okumak için ziyaret ederler.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(2)


II.BÖLÜM


Üç Kızlar Türbesi: Konya ili, Akşehir ilçesi merkezinde Taş Medrese yanındadır. Burada, Sahibi Ata Ali’nin kızları yatmaktadırlar. Genç yaşta ölen üç kardeşi, kısmetinin açılmasını isteyen genç kızlar ziyaret eder, burada mum yakarlar.



Üç Kızlar Türbesi: Konya’da Mevlâna Türbesi’nin arka bahçesindedir. Buraya üç kızlar şehitliği de denilmektedir. Burası, evlenme, çocuk sahibi olma isteği, doğurabilmek ve gönül meseleleri için ziyaret edilir. Amasya’daki Üçler Türbesinin etrafında da benzeri inançları gelişmiştir. Bir Üç Kızlar Türbesi de Bursa’dadır.


Işıklar Köyü Türbesi: Kütahya’nın Altıntaş ilçesi Işıklar köyündedir. Burada Oğlan Türbesi ve Kız Türbesi olmak üzere iki türbe bir aradadır. Buraya çocukları olmayan kadınlar gelir. Çocukları olunca da kurban keser, şükür namazı kılarlar. Bir ifadeye göre türbede yatanlar Abdülkadir Geylani Hazretlerinin müritleridirler. Diğer bir ifadeye göre de Yaşlıçayır mevkiinin savaş şehitleridirler. Ebul Gazi Bahadır Han, Türkmenleri uzun süre yedi kızın yönettiğini belirtir. Türk halk inançlarının her alanında rastlanılan yedi kutsal sayısını yatırlarda da görmekteyiz.



Sır Hatunlar (Sire Hatunlar) Türbesi: İzmir Tire’de Maşa mahallesi Ekinhisarı caddesindedir. Burada Buğday Dede’nin yedi kızı veya yedi kız torunu yatmaktadır. Burayı ziyaret edenler mum yakar, adakta bulunur. Dua ederler. Rivayete göre yedi kardeş hayatta iken hiç konuşmazlarmış, keramet sahibi olduklarına ve kerametlerini sakladıklarına inanılmaktadır. Türk halk inançlarında nezir–adak, yılın kutsal kabul edilen Muharremlik bayram arifeleri gibi muayyen dönemlerinde, özel olarak nezirde, adakta bulunma hâllerinde, doğum, teskere, tedavi, yokluktan kurtulma gibi sıkıntıların defedilmesi vesileleri ile yapılır. Çok kere mekân olarak ulu kabirlerin çevresi seçilir. Aç doyurulur, çıplak giydirilir, hayır işlenilir. Yedi kardeşler, Yediler, Yedi Bacılar, Yedi Kızlar a ise Anadolu evliya kültüründe çok rastlanır. Beş ve üç ile tanımlanan yatırların durumu da aynıdır. Bunların hepsi kız veya erkek olabildikleri gibi, kızlı – erkekli karma da olabilmektedirler. Denizli ili Baklan ilçesi Eski mezarlık içinde Hüsameddin Dede Türbesinin yanında yedi kızlar kutsal mekânı vardır. Yedi kızlar mezarlığa da ad olmuştur. Ayrıca Yediler Ziyareti ise, Erzurum ili Hasankale ilçesine bağlı Ezirmek köyündedir. Kıbrıs’ın Yediler Türbesi Lefkoşe’dedir.

Yedi Evliyalar Türbesi: Sivas’ın Eski Boğazkesen köyündedir. Yedi evliyanın yedi şehit oldukları inancı vardır. Burası tedavi ve istekler için ziyaret edilir.



Yedi Kızlar Türbesi: Manisa Ulutepe mahallesi Yedi Kızlar sokaktadır. 14. yy.a ait olan türbede İshak Çelebi’nin karısı Gülgün Hatun ile altı kızı yatmaktadır.



Kırk Kızlar Kümbeti: Tokat ili, Niksar ilçesi Cedit mahallesindedir. Rivayete göre zamanın valisi halka zulmektedir. Valinin kızı kırk arkadaşı ile zulme karşı direnirler. Bunun üzerine vali direnişçilerin hepsinin başlarını vurdurur. Bakımsız olan türbeyi halk kutsal bir makam saymaktadır. Eskişehir ve Bolu’daki türbelerden de birisinin ismi Kırk Kızlar Türbesidir. Ayrıca; Sivas’ta ve Kırklareli’nde de Kırklar vardır.



Kırkkızlar (Kırgızlar) Türbesi: Bursa–İznik’te Yenişehir kapı dışındadır. Kırk, Türk halk sufizminde önemli yer tutar. Çocuk ve anne kırklanır. Kırk gün düğün yapılır. Kırk, hem yer isimlerinde hem insan isimlerinde ciddi yer alır. Karakalpakistan’da Kırkkızlar Destanı Türk destanlarında önemli yer tutar. Kırklar Meclisi, Kırklar Cami İnanç kültürümüzün ürünleridirler.


Kırklar Sultan: İstanbul ili Beykoz ilçesi Dereseki köyünde yatmaktadır. Menkıbesine göre Abdulkadir Geylani Hazretlerinin kırk talebesinden birisidir. Ordu ile birlikte İstanbul’a giderken derenin setinde şehit olmuş ve köy ismini oradan almıştır. Hakkında fazla malumat bulamadığımız Kırklar Sultan’ın cinsiyeti için de kesin bir şey söylenemiyor. Sultan olmak şehit olabilmek ve kırk öğrenciden birisi olabilmek için cinsiyet, belirleyici bir faktör değildir. Afyon ilimizde de Kırklar Makamı vardır. Erzurum’un İspir ilçesi Karakaş Köyünde Kırklar Ziyareti ve aynı ilimizin Tekman İlçesinin Hacı Ömer köyünde Kırklar Mezarlığı vardır.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

ANADOLU’DA ULU KADIN KİŞİLER VE HALK İNANÇLARI(1)



Bu yazıda, Anadolu’da çeşitli yerlerde bulunan ulu kadın kişilere ait türbe, yatır ve mezarlarla ilgili bilgi verilmekte ve bunlar çerçevesinde oluşan halk inançlarından bahsedilmektedir.

Bu yazı dizisi bölümler halinde yayınlanacak.

I.BÖLÜM



Esasen er olmak, gönül eri olmak erkekliğin ve dişiliğin üzerinde âdeta belirleyici üst kimlik sıfatıdır denilebilir. Erlik bir misyon taşıyıcılığı ise, ki öyledir; bu taşımayı muhakkak erkek, erden beklemek halk sofizmine de aykırıdır. Halk sufizminde “Dişi veliler, cinsiyet olarak fiziksel yapı itibarıyla dişi olanlar değildir. Dişi veliler, büyük veliler kategorisini oluşturur. Büyüklükleri daha verici ve daha üretken oluşlarındandır.
Esasen konunun felsefî ve analitik izahı bir tarafa bırakılırsa, Ahmet Yesevi’nin dini algılama ve yansıtma biçimi kadın kişilere kapalı olmayınca Horasan erliği er kişilik kapsamında ise kadın kişilik de Horasan kadını olmalıydı. Nitekim bacılar, analar veya bu isimle anılmasalar da aynı misyonu taşıyan ulu kızlar, gelinler, nineler, olmalı idiler ve nitekim vardırlar. Daha derinden düşünülünce ki, bunda zaruret vardır, Horasan erleri ilâhî kelimetullah için yola çıkmış er kişiler iken, bu kutsal davanın eri olabilmek için er kişi şartının aranması inancın mahiyetine aykırı olurdu. Bu arada Horasan erliği ilâhî misyonun bir döneme mahsus misyonerleri iken şüphesiz Anadolu’nun Türk-İslâm yurdu olması hedefine ulaşılmakta misyon devamlılığını yitirmedi. X. yy.daki arayış XV. yy. da da devam etti ve XX. yy.da devam etmektedir. Bu süreklilik sadece er kişilere has bir haz, bir ulûhiyet değildi. Tiplemenin merkezinde aşk vardı. İlâhî aşkı sadece cinsiyete mal etmek, aşkla, âşıklıkla bağdaşmazdı. Bunun içindir ki Allah rızası için canından olabilmek her türünden şehit olabilmek kadın kişilerimize de açık bir kapıdır. Ölmeden ölebilmek, nefs ıslahı ile insan-ı kâmile giden yola yönelmek genel anlamda
her sosyal statüdeki kadınlarımızın da doğal olarak hakkıdır. Bu arada, Ehl-i Beyt’ten olmak, sahabeden olmak, şeyh veya seyitlikten hareketle ulvi statü edinebilmek sadece cinsiyetlerden birinin tekelinde değildir. Biz bu incelememizde bunları da örneklendirmeye çalıştık. Tengricilik inancında Türk Tengre, ulusu yok olmaktan korurken Kağan İlteriş’i ve eşi Ece İl-Bilge’yi gönderiyordu. Hâl bu olunca kadının kutsiyeti gündeme gelir. Destanlarımızda kutsal varlıklardan gebe kalan kızların varlığı anlatılır. Alan Koya, gökten inen bir ilâhtan hamile kalır. Kazaklar, Sağın adlı bir beyin kırk cariyesinin parmaklarını suya daldırıp gebe kalmalarından türerler. Konunun Muhammediyet evveli Türk inanç dünyasındaki boyutuna da vesile oldukça değinmeye çalıştık. Umay Ana gibi kütlerde, cinsiyet bahsine yeterli olmasa da açıklık getirmeye çalıştık. Bu çalışmanın yetersizliğinin farkındayız. Evvelce daha ziyade Diyanet İşleri Başkanlığının arşiv kayıtlarını esas alarak çalışma yapıyor, bazı karşılaştırma ve yorumlarla çalışmamızı sürdürüyorduk. Bu defa aynı arşive ilâveten, yüksak lisans ve doktora tezlerini, il monografilerini ve makale ve bildirileri de kaynaklarımıza aldık. Amacımız ileride yapılacak yeni çalışmalarla türbeler etrafında oluşan kadın merkezli inançlardan hareketle eksikliğimizin giderilmesine katkıda bulunmaktadır. Bereket, fedakârlık ve benzeri alanlarda kadın kişilerimizde güzellikleri tespit edebilmek, böylece geleceğin kadın kişi tiplemesine katkıda bulunmaktır. Tespit edilebilen türbeler, belirli sıralamaya tabi tutulmadan aşağıda belirtilmektedir. Yeri geldikçe, bazı halk inançlarına ve bunların Türk kültüründeki yerine de değinilmektedir.
Kaynak:Yaşar KALAFAT

Yörük Ali Destanı



Şu Dalama'dan geçtin mi,
Soğuk da sular içtin mi
Efelerin içinde
Yörük Ali'yi seçtin mi?


Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi


Şu Dalama'nın çeşmesi
Ne hoş olur içmesi
Yörük Ali'yi sorarsan
Efelerin seçmesi


Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi


Cepkenimin kolları
Parıldıyor pulları
Yörük de Ali geliyor
Açıl Aydın yolları


Hey gidinin efesi efesi
Efelerin efesi

Yörük Ali Efe, (d. 1895-Kavaklı, Sultanhisar, Aydın, ö. 23 Eylül 1951-Bursa), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919'da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan efe.

Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti'nden Fatma’dır.

Yörük Ali 19 yaşına geldiğinde, Aydın (il) dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti.

Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i, ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti.


Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın ilinin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak, Yörük Ali Efe ve arkadaşlarının 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptılar. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla işgalcilere yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine kaçmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek...

Daha sonra 7. Tümen kumandanı Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.

Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.

Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır:

"Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin sesi olur mu ki?"

Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını alan Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, İzmir'de geçirdiği talihsiz bir tramvay kazasında bacaklarını kaybetti. 1953 yılında tedavi için gittiği Bursa’da ölmüştür.

Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca "Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi."

Kuvayı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Türk halkı tarafından adına türkü yakılmıştır..

Yenipazar'daki evi devlet tarafından müze olarak düzenlenerek Yörük Ali Efe Müzesi adıyla ziyarete açılmıştır.

Metenin gençlik efsanesi


Üçüncü yüzyıldı tam, çok önceydi İsa’dan, Bir fırtına kopmuştu, taşmıştı İç Asya'dan! Sonsuz at sürüleri, yerleri inletmişti. Kurdumsu türküleri, gökleri çınlatmıştı! Atlılar gelmişlerdi, ordular biçmişlerdi, Volga, Sari nehirden, kanıp, su içmişlerdi! Tarihten uğultular, bir millet var diyordu! Yazılı doğrultular, bir devlet var, diyordu! Hunların ilindeydi, İç Asya ilindeydi, Hun reisi Tuman-Han, herkesin dilindeydi! Bayrağı direkteydi, büyük oğlu Mete'ydi, Diğer bütün komşular, henüz birer çeteydi. Tuman-Han da kanarmış, insanoğluymuş bu ye! Bir cariye hep dermiş: "Bu Mete ölsün!" Diye. Tuman fakat korkarmış, kadına da tapirmiş, Bir bahane ararmış, çünkü bir "Töre" varmış! Soyuna bakarlarmış, tek kadın alırlarmış, Sonraki hatunlarsa, mirâssız kalırlarmış. Tuman oğlunu vermiş rehin Yüeci'lere Sonra da hücum etmiş, sormamış elcileri. Yüe-ci'ler varmışlar, Mete'yi aramışlar, Mete çoktan kaçmışmış, yolları taramışlar. Tuman oğlunu görmüş, akli basına dönmüş, Senlik düğün yaptırmış, güya çok mesut günmüş. Mete'ye tümen vermiş, eline ferman vermiş, Mete'nin disiplini, Dünyaya hep san vermiş! Asker Tanrı sanırmış, hep Mete'ye taparmış, Ondan ne buyruk gelse, düşünmeden yaparmış. Orduyu toplamışmış, atini oklamışmış, Tümen disiplinini, böylece yoklamışmış. Askerler ok atmışmış, atlar yere yatmışmış, Atina kıymayanın, kani yere akmışmış! Bir defa senlik yapmış, aileler toplanmış, Ok atmış karısına, bütün esler oklanmış! Biraz nefes alanlar, azıcık geç kalanlar, Kılıçtan geçirilmiş, görülmemiş kaçanlar! Avlara gidilirmiş, senlikler düzülürmüş, Gelen ordular ile, hayvanlar sürülürmüş. Tuman-Han ava gitmiş, Mete'ye de gel demiş, Kurdu Mete avlamış, Tuman'sa keklik yemiş! Avda bir ok uçmuşmuş, Tuman-Han'a gelmişmiş! Gerçi derler ilk oku, Mete atmıştı, çoğu, Mete'nin tümeni de, bu hedefi delmişmiş! Oğuz’un babasıysa, yemişti "Tanrı oku"! Bu bir efsane idi, ok bir bahane idi, Töre'yi bozan Tuman, tam bir divane idi!

Nibelungen Destanı





Nibelungen Destanı (Almanca: Nibelungenlied) , Ren Nehri kıyısında , eski Worms şehri civarında geçer.
Destanda Pagan inançları ile beraber Hristiyan inançları ve törenleri de bulunmakta ve kral-senyör-vassal ilişkisi de destanın Orta Çağ’a ait izler taşıdığını göstermektedir
Destan , ‘çok eski zamanlarda’ , Niederland’da geçer. O zamanlar güçlü kral Siegmund’un krallık zamanına denk gelmektedir. Kraliçe ise güzel Siegelinde’dir.


Destanın en önemli kahramanı Siegmund ve Siegelinde’nin oğulları Siegfried’dir. Siegfried daha genç yaşlarında , maceralara atılmak için , babasının şatosunu terk ederek yollara düşer. Kılıcı olmadığı için elinde bir sopa ile köyleri kentleri dolaşır durur.


Siegfried bir gün bir demirciye rastlar ve kılıç sahibi olabilmek için onun yanında çalışmak istediğini söyler. Mimir adındaki demirci bu teklifi kabul ederek ona yatacak yer ve yiyecek verir. Ertesi gün de yeni çırağının bu işi yapıp yapamayacağını sınamak için onu ocağın başına götürür ve eline en ağır çekici verir. Siegfried bununla öyle bir vurur ki , örs toprağa gömülür , demir parçaları etrafa saçılır. Buna kızan Mimir Siegfried’i kulağından tutunca , Siegfried dayanamaz ve onu yere fırlatır.


Bu yeni çırağından nasıl kurtulacağını bilemeyen Mimir yeni bir yol denemeye karar verir. Siegfried’i çağırır ve ondan, ormanın öteki ucundaki kömürcüden kömür getirmesini ister. Bunu söylerken yolu üzerindeki ejderhanın Siegfried’i öldüreceğini ummaktadır.


Siegfried kendine yaptığı kılıcı alır ve yola koyulur . Tam kayalığın önünden geçerken ejderha saldırır. Siegfried bu saldırıdan çevikliği sayesinde kurtulur ve önüne ilk gelen ağacı sökerek canavarın kafasına fırlatır. Ağacı kökleri canavarı sarınca , bundan yararlanan Siegfried diğer ağaçları da onun üzerine fırlatır. Daha sonra bunları tutuşturarak ejderhayı yakar.


Ejderha yanarken bedeninden bir yağ akmaya başlar. Bu akan yağ dereciğine parmağını sokan Siegfried parmağının ‘boynuz’ gibi sertleştiğini görür. Bunun üzerine üstündekileri çıkartarak bu yağ ile bütün vücudunu yıkar. Siegfried bu işi yaparken bir ıhlamur ağacı altında durmaktadır ve ağaçtan bir yaprak sırtına , iki omzunun arasına düşerek oranın bu yağ ile yıkanmasını engeller. İşte bu yaprağın dışında kalan hiç bir yere silah işlemeyecektir , fakat Siegfried’in vücudunun da yara alabileceği tek yer burası olacaktır.


Kömürcünün yanına varan Siegfried , ona , Mimir ve arkadaşlarının daha önce sözünü ettikleri , ağızından ateşler saçan ve üzeri pullarla kaplı olan ejderhayı sorar. Kömürcü canavarın nerede olduğunu gösterir.


Artık Siegfried’i başka bir macera beklemektedir. Zorlu bir yolculuktan sonra , Siegfried ejderhanın bulunduğu Nibelungen ülkesine varır. Burada Schilbung ve Niblung adında iki kral hüküm sürmektedir. Bu iki kral ve onlara bağlı savaşçılar , çok büyük bir hazineyi de beklemektedirler.


Siegfried , şehrin girişine geldiğinde ejderha ile karşılaşır. Dövüşmeye başlarlar. Ejderha ağızından ateşler çıkartarak Siegfried’e saldırmaktadır. Sonunda Siegfried canavarı öldürmeyi başarır. Canavarın attığı korkunç çığlığı duyan Schilbung ve Niblung saklandıkları yerden çıkarlar . Korkunç canavarı öldüren kahramanı tebrik ederler ve ondan , hazineyi aralarında paylaştırmasını isterler. Bunun karşılığında ona bütün kılıçların en iyisi olan Balmung’u vereceklerdir. Bu büyük hazineyi , Siegfried krallar arasında paylaştırır. Fakat hırstan gözü dönmüş krallar bundan memnun olmazlar ve Siegfried’i hile yapmakla suçlarlar. Savaşçıları toplayarak Siegfried’e saldırırlar. Yapılan dövüş sonrası Siegfried iki kralı ve beş yüz kadar savaşçıyı öldürür. O anda dövüş alanına Tarnkappe ile cüce Alberic gelir. Öldürülen kralların intikamını almak için Siegfried’e saldıran Alberic onu uğraştırsa da sonunda yenilir ve onun vasalı olmak için and içer. Nibelungen ülkesi savaşçıları da and içerek Siegfried’in hükmü altına girerler. Bütün Nibelungen hazinesi de onun olmuştur. Fakat hazinede gözü olmayan Siegfried bu hazineden sadece taşlı bir yüzük alır. Alberic ,bu yüzüğün uğursuzluk getireceğini söyleyerek onu engellemeye çalışır. Fakat Siegfried onu dinlemez ve yüzüğü parmağına takar . Bunun üzerine Alberic ona tehlikelerden korunması için Tarnkappe’yi verir.


Siegfried’in bundan sonra gideceği yer Kuzey ülkeleridir ve buralarda maceradan maceraya koşar. Bunlardan birinde Danimarka kralı ona Grani adında bir at hediye eder.


Siegfried’in yolu İzlanda’ya kadar düşer. Burada, bir dağın tepesinde alevleri gökyüzüne kadar yükselen bir ateş görür. Dağa çıkar ve Grani alevlerin arasından atlamayı başarır. Alevlerin arasında bir şato bulunmaktadır. Siegfried şatonun içine girdiğinde içeride , zırhlar içinde uyumakta olan bir genç kız ile karşılaşır. Zırhları çıkartır ve genç kızı dudaklarından öper. Bunun üzerine genç kız uyanır ve kendine geldiğinde hikayesini anlatmaya başlar. Adı Brunehild’dir . Wodan’ın Walkyri’lerinden biri iken ona karşı geldiği için Wodan onu değneği ile uyutmuş ve bu şatoya koymuştur. Siegfried onu kurtarana kadar da uyumuştur.


Siegfried bir kaç gün şatoda kaldıktan sonra Brunehild ile vedalaşır ve parmağındaki yüzüğü ona bırakarak ayrılır.


Siegfried sonunda babasının şatosuna döner. Siegmund ve Siegelinde oğullarının dönüşünden çok mutlu olmuşlardır ve bu Niederland’da ve başkent Xanten’de törenlerle kutlanır. Her yerden gelen şarkıcılar Siegfried’in kahramanlıklarını şarkılarla anlatırlar.Şarkıcılar , bunun yanında Burgond kralı Gunther , güzel kardeşi prenses Krimehild ve sadık vasalleri Hagen hakkında da şarkılar söylerler. Siegfried’in içi bir anda Ren Nehri’nin ötesindeki bu ülkeye gidip bu insanları tanıma arzusu ile dolar. Şenliklerin sonunda fikrini ailesine açar. Babası önce razı olmasa da daha sonra oğlunun yanına on iki şövalye alıp gitmesi koşulu ile kabul eder. Siegfried ailesi ile vedalaşarak ayrılır.


Burgond’ların ülkesinde kral Gunther’in kardeşi Krimehild’in güzelliği dillere destandı . Krimehild kral Gunther’in ve ve diğer iki erkek kardeşi Gernot ve Giselher’in koruması altında büyümüştü.


Krimehild bir gece rüyasında , kendi yetiştirdiği şahinlerden birinin iki kartal tarafından boğulduğunu görmüştü . Bu rüyayı annesi Ute’ye açtığında , annesi rüyasında gördüğü şahinin , en mutlu anında kaybedeceği kocası olduğunu söylemişti. Genç kız da bunun üzerine evlenmemeye karar vermiş ve bütün taliplerini geri çevirmişti.


Siegfried on iki şövalye ile birlikte Burgondlar’ın ülkesine varır. Onları gören Gunther , gelenlerin soylu kişiler olduğunu anlayarak hemen karşılanmalarını buyurur. Siegfried’i hiç görmemiş olmasına rağmen kahramanlıklarını bilen Hagen konuklarını büyük saygı ile karşılar. Siegfried önce dövüşmeyi düşünürse de onların bu konuksever davranışları karşısında dayanamaz ve konukları olmayı kabul eder .


Siegfried’in konukluğu bir sene sürmüştür. Bu bir sene boyunca Siegfried Krimehild’i hiç görmemiştir. Fakat Krimehild gizlice savaş oyunlarını seyretmiş , Siegfried’i görmüş ve kalbi onun sevgisi ile dolmuştu.


Bu arada Saxonlar’ın ve Danimarka’nın kralları Burgondlar’a karşı savaş açarlar. Siegfried bu savaşta Burgondlar’ın yanında savaşır ve iki düşman kralı da esir etmeyi başarır. Haberciler Siegfried’in başarılarını bildirince Krimehild sevincini gizleyemez ve habercileri mükafatlandırır.


Gunther bu zaferi kutlamak için büyük şenlikler düzenler. İşte bu şenlikler sırasında Siegfried sonunda Krimehild’i görür. Krimehild nedimeleri ile birlikte salona girdiğinde Siegfried onu karşılar , elini uzatır Siegfried onunla beraberken hiç duymadığı duyguları tadacaktır.


Krimehild’i hiç bir zaman elde edemeyeceğini düşünerek umutsuzluğa kapılan Siegfried Burgond ülkesini terk etmeye karar verir. Tam gidecekken Giselher tarafından caydırılarak kalmaya karar verir.


Şölenlerden birinde bir şarkıcı , bir adada yaşayan güzel bir prensesin şarkısını söylemektedir. Ada İzlanda , prenses de Brunehild’dir. Brunehild taliplerini savaş oyunlarına davet ediyor, rakip olarak da kendisi karşılarına çıkıyordu. Brunehild en cesurlarını dahi yeniyor, oyunlardan kaçanları öldürüyordu.


Gunther bunları duyunca İzlanda’ya gidip Brunehild’i Burgondlar ülkesine getirmeye karar verir. Brunehild’i tanıyan Siegfried onu vazgeçirmeye çalışsa da başaramaz ve Gunther’in ricası üzerine onunla gitmeye razı olur . Tek koşulu vardır ; Krimehild’i eş olarak alacaktır. Gunther kabul eder.


Gunther ve Siegfried yanlarına Hagen’i ve kardeşi Dankwart’ı alarak yola çıkarlar. On ikinci günün sabahı Brunehild’in şatosuna varırlar. Brunehild onları kabul eder.


Savaş oyunları başladığında ise bir oyun oynarlar ; Siegfried Tarnkappe ile görünmez oluark Gunther’e yardım edip onun kazanmasını sağlar. Böylece Gunther Brunehild’i de kazanır.


Gunther ve Siegfried Burgond ülkesine döndüklerinde coşkuyla karşılanırlar. Siegfried Gunther’e verdiği sözü hatırlatır. Gunther kızkardeşine sorar . Krimehild Gunther ile evlenmeyi kabul eder ve masaya birlikte otururlar. Bu Brunehild’e çok ağır gelir ve ağlamaya başlar. Gunther’e Siegfried’i Krimehild’e layık görmediğini ve Krimehild’in bir vasal ile evlenmemesi gerektiğini söyler. Gunther ise kararlıdır.


Gece olunca Gunther ile Brunehild odalarına çekilirler. Brunehild Gunther ile yatmak istemez , hatta onu havaya kaldırarak duvardaki bir kancaya takar. Gunther geceyi böyle geçirir. Sabaha doğru Brunehild acıyarak onu indirir. Gunther’in Brunehild’e sahip olması yine Tarnkappe ‘yi takarak görünmez olan Siegfried sayesinde olur. Bu arada Siegfried Brunehild’e verdiği yüzüğü de alır ve döndüğünde Krimehild’e verir.


Siegfried Krimehild ile evlendikten sonra onunla birlikte babasının ülkesine döner. Çok mutlu olan kral Siegmund krallığını oğlu Siegfried’e bırakır.


Siegfried’in hükümdarlığı on seneyi tamamlamıştır. Krimehilde ona bir erkek çocuk verir ve adını Gunther koyarlar. Aynı şekilde Gunther ve Brunehild de oğullarının adını Siegfried koyarlar.


Nibelungenlied Destanı

Gunther ile Brunehild Worms’da , Siegfried ile Krimehild de Xanten’de mutlu yaşamaktadırlar. Fakat Brunehild’in içi içini yemektedir çünkü Krimehild ve Siegfried’i görememektedir. Gunther’e onları çağırmasını söyler , çünkü Siegfried hala onun vasalıdır ve çağırılınca gelmek zorundadır. Gunther buna karşı çıkar ve onları ancak dostları olarak davet edeceğini söyler.

Siegfried bu daveti kabul eder ve bin şövalye ile yola çıkarlar. Worms’a vardıklarında Gunther onları sevinçle karşılar.

On gün sakin geçer. On birinci gün , savaş oyunları tertip edilir . İki kraliçe , Brunehild ve Krimehild yanyana otururlar. Her ikisi de kocalarını övmeye başlarlar. Fakat övmeyle başlayan tartışma şiddetlenir ve birbirlerine küfür etmeye kadar varır. Dayanamayan Krimehild gerçeği söyler ; her şeyi yapan Gunther değil Siegfried’dir. Burnehild inanamaz. O zaman Krimehild kanıt olarak yüzüğü gösterir. Brunehild yıkılmıştır. Olayı öğrenen Hagen intikam alacağına yemin eder. Siegfried’in öldürülmesi gerekmektedir. Önceleri buna karşı çıkan Gunther sonunda razı olur. Siegfried’e bir oyun oynamaya karar verirler.

Sahte haberciler Saxon ve Danimarka krallarının saldırıya geçeceklerini bildirir. Siegfried hemen sefere çıkmaya karar verir. Hazırlıklar tamamlandığında , Hagen , Krimehild’e giderek nasıl yardımcı olabileceğini sorar. Krimehild Hagen’den kocasını korumasını ister . Siegfried ancak iki omuzunun arasından yaralanabilmektedir; eğer Hagen dikkat ederse Siegfried yara almadan dönebilecektir. Bunun için Krimehild Siegfried’in elbisesinin üzerine , tam o bölgeye bir haç diker. Hagen amacına ulaşmıştır.

Tam sefere çıkacakları zaman yine aynı haberciler gelerek barış yapıldığını bildirirler. Bunun üzerine savaşa gitmek yerine ava gitmeye karar verirler.

Krimehild kocasını engellemeye çalışır. Gece rüyasında iki yaban domuzunun onu takip ettiğini gördüğünü ve çiçeklerin de kan kırmızısı olduğunu söyler. Siegfried onu dinlemez ve ava çıkar.

Av sırasında bir kaynağın yanına gelirler. Siegfried Hagen ile yarışarak kaynağa daha önce varır , su içmek için silahlarını çıkartır. Gunther su içtikten sonra Siegfried de su içmek için eğilir. İşte tam o anda Hagen mızrağını alarak Siegfried’in elbisesinin üzerinde işli haçın üstüne , yani Siegfried’e silah işleyebilecek tek yere fırlatır.

Bir anda neye uğradığını şaşıran Siegfried silahlarını arar fakat bulamaz. Gücü tükenmiştir. Hainlere lanet ederek yere yuvarlanır. Herkes onun yanına gelir. Gunther gözyaşı dökecekken Siegfried onu engeller ve bu işi yapanın böyle davranmaması gerektiğini söyler. Daha sonra Hagen ve Gunther’e , onu öldürmekle kendi sonlarını hazırladıklarını söyler ve can verir. Etraftaki bütün çiçekler kan kırmızısına boyanmışlardır.

Hagen Siegfried’in cesedini , kilise dönüşü bulsun diye Krimehild’in kapısına taşır. Uşaklardan biri cesedi görerek , Kirmehild’in kapısında bir şövalye cesedi olduğunu söyler. Krimehild onun kim olduğunu anlar ve ağızından kanlar akarak yere yığılır. Ayıldığında bu işi kimin yaptığını tahmin etmektedir.

Gunther’in bu işi haydutların yaptığını söylemesine rağmen ona inanmaz ve Hagen ile Gunther’den cesedin yanına yaklaşarak masumiyetlerini göstermelerini ister. Gunther yaklaştığında bir şey olmaz fakat Hagen yaklaştığında yaralardan kan akmaya başlar.

Krimehilde kocasının cesedi başında üç gün üç gece bekler. Siegfried’i gömecekleri gün onu son bir kez daha görmek ister ve tabutu açtırır. Siegfried’in başını kaldırır , dudaklarından son bir kere öper. Gözlerinden kanlı yaşlar akmaktadır. Daha sonra da bayılır kalır.

Krimehild , kendisine katedralin yanında bir yer yaptırır. Her gün kocasının mezarına ağlamaya gitmektedir. Dört yıl boyunca Gunther ile tek bir kelime bile konuşmaz , Hagen’i görmek bile istememektedir. Hagen ise Nibelungen hazinesini getirmeyi düşlemektedir. En sonunda Krimehild’i razı ederek hazineyi getirir. Krimehild , hazine gelince , herkese dağıtmaya başlar. Krimehild’in çok fazla yandaş kazancağından korkan Gunther ve Hagen hazineyi Krimehild’in elinden alırlar. Gernot , hazinenin daha fazla bela getirmemesi için Ren nehrine atılması gerektiğini söyler. Hagen bu görevi yerine getirir. Hazinenin battığı yeri bilen tek kişi olduğu için , bir gün onu yerinden çıkarmayı ummaktadır.

Siegfried’in ölümünün üzerinden on üç sene geçmiştir.Bu arada Hun kralı Etzel’in de karısı ölmüştür. Etzel’e eş olarak Krimehild’i almalarını söylerler. Etzel de sadık Rudiger’i elçi olarak Burgond ülkesine gönderir.

Gunther ve kardeşleri bu teklifi memnuniyetle karşılarlar. Buna bir tek Hagen karşı çıkar çünkü Krimehild’in güçlenmesinden korkmaktadır.

Krimehild önceleri bu teklife karşı çıkmasına rağmen , Siegfried’in öcünü alabilmek amacı ile kabul eder ve kendine sadık olan Eckewert , beş yüz şövalyesi ve habercilerle birlikte Hun ülkesine doğru yola çıkar.

Düğün Viyana’da olur. Daha sonra da Tuna Nehri’ni geçerek krallık merkezi Etzelbourg’a varırlar.

Aradan yedi yıl geçmiştir. Krimehild Etzel’e bir de erkek çocuk vermiştir. Fakat herşeye rağmen Krimehild’in içindeki intikam ateşi sönmemiştir.

Bir gün kralın yanına gelir ve ailesini görmek istediğini söyler. Krimehild’in oynamak istediği oyunu anlamayan Etzel bu isteği kabul eder ve habercilerini Worms’a gönderir. Haberciler yola çıkarken Krimehild özellikle Hgaen’in de gelmesini istediğini söyler.

Haber Worms’a ulaştığında Hagen tuzağı anlar, fakat Gunther gitmek istemektedir. Gunther ve kardeşlerinin kararlılıkları karşısında , Hagen , korkak durumuna düşmemek için , gitmeyi kabul eder. Yanlarına kendilerine bağlı binlerce şövalyeyi alarak yola çıkarlar.

Haberciler döndüğünde Krimehild ise sevinçlidir. Artık intikamını alabilecektir.

Gunther ve beraberindekiler Hun ülkesine vardıklarında Rudiger tarafından karşılanırlar. Rudiger ve beş yüz adamı onların güvenliğinden sorumlu olacaklardır. Yolda Hunlar arasında yaşayan Dietrich ile karşılaşırlar. Dietrich onlara Krimehild’in yasının hala sürdüğünü söyler ve uyarır. Fakat dönmek için artık çok geçtir.

Etzel’in sarayına vardıklarında Krimehild konuklarını yapmacık bir sevinç ile karşılar. Hagen’e ise Nibelungen hazinesini sorar. Hagen hazinenin dünyanın sonuna kadar Ren Nehri’nin dibinde kalacağını söyler. Krimehild hiddetlenir. Bütün konuklar tedirgin olurlar ve silahlarını bırakmazlar. Hagen suçunu Krimehild’e itiraf eder fakat pişman değildir, o sadece görevini yapmıştır. Hagen meydan okur , fakat kimse onunla dövüşmeye cesaret edemez.


Ertesi gün Hagen bütün adamlarına silahlarını yanında bulundurmalarını çünkü dövüşeceklerini söyler.


O gün turnuvalar sırasında Burgond senyörü Volker bir Hun savaşçısını öldürür. Ailesi intikam almak ister. Etzel zorla yatıştırır.


Krimehild Burgondlar’ı yok etmesi için Etzel’in kardeşi Blödlin ile anlaşır. Blödlin ilk önce Burgond komutanı Dankward’ı öldürmek ister. Fakat Dankward ondan önce davranır ve onu öldürür. Artık müthiş bir dövüş başlamıştır.


Dankwart olanları Hagen’e haber verir. Hagen Etzel ve Krimehild’in oğlunu öldürür ve yoluna çıkan Hunlar’ı öldürmeye başlar.


Artık olaylar kontrolden çıkmaya başlamıştır. Saray öldürülen Hunlar’ın kanları ile kırmızıya boyanmıştır. Burgondlar’ı korumaya çalışan Rudiger’in de öldürülmesi Hunlar’ı çileden çıkarır. Tecrübeli savaşçı Hilderbrand’ın da savaşa girmesi ile Burgondlar’ın sonu gelmiştir. Hagen ve Gunther dışında hiç bir burgnd hayatta kalmamıştır. Gunther de Dietrich tarafından öldürülür. Hagen ise hapse atılır.


Krimehild Hagen’i zindanda bulur ve ondan Nibelungen hazinesini ister.Fakat Hagen yerini söylemez. Hazine sonsuza kadar Ren Nehri’nin dibinde kalmalıdır. Krimehild Hagen’in yanında Balmung’u görür. Kılıcı iki eliyle kavrar ve Hagen’in başını gövdesinden ayırır. Artık intikamını almıştır.


Hildebrand bütün bu insanların ölümüne dayanamaz ve Krimehild’e saldırır. Kadının bütün bağırmalarına rağmen onu orada öldürür.


Destan bütün “ölmesi gerekenlerin” ölümü ile son bulur.

Battal Gazi


Battal Gazi veya Seyyid Battal Gazi, 8. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen ve hakkında çeşitli inanışlar bırakmış bir liderdir. Farklı kaynaklarda etnik kökeni, Arap olarak belirtilmiştir. Battal Gazi, Malatya'da doğmuştur. Doğduğu ve yaşadığı evin yeri halen mevcuttur. Yıkıntı halinde korunmaktadır. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi seyehatnamesinde bahsedilmektedir.

Battal Gazi hakkında bugüne ulaşabilmiş kaynaklar sadece mesnevi tarzı yazılmış, birbirini hem destekleyen hem de çelişen olgular içeren destanlar ve halkın hafızasında kalmış olan bilgilerdir.

Battal Gazi Destanı'nda ve halk hikâyelerinde, Emeviler zamanında Arap ordusuyla birlikte İstanbul'u kuşattığı anlatılmaktadır. Kuşatma hem denizden hem karadan yapılmış, fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Destanda Battal'ın düşmanı, Arap komutanına oyun oynayıp kuşatma başladığında İstanbul'a geçerek imparatorluğunu ilan eden İmparator Leon'dur. Arap tarihinde II. İstanbul kuşatmasının tarihi 717-718 olarak belirtilmektedir. Bizans tarihindeki veriler de bu tarihi doğrular niteliktedir. Ayrıca Bizans tarihinde İmparator III. Leon'un tahta çıkma tarihi 717 olarak belirtilmiştir, bundan dolayı destandaki Leon'un İmparator III. Leon olma olasılığı üzerinde durulmaktadır. Destanda Battal Gazi'nin kuşatma sırasında yirmili yaşlarında olduğu söylendiği için, Battal Gazi'nin doğum yılının 690-695 civarı olmasının olası olduğu düşünülmektedir. Battal Gazi'nin ölüm yılının 740 olduğunda tarihçiler mütabakata varmışlardır.

740 yılında Eskişehir'in Seyitgazi ilçesi yakınlarında savaşta aldığı yara sebebiyle şehit olmuştur. Anadolu'da İslamın yayılmasına büyük katkıları olmuştur.

Dede Korkut hikâyeleri


Dede Korkut hikâyeleri (Hakaniye Türkçesi:Kitab-ı Dedem Korkut Alâ Lisan-ı Tâife-i Oğuzhan), Oğuz Türklerinin en bilinen epik destanlarındandır. Bu türün ilk örnekleri 15-16. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Dede Korkut Kitabındaki hikâyeler tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan bir sözlü gelenek ürünüdür. Bu süreç içerisinde değişikliklere uğrayan hikâyeler 16. yüzyılda yazıya geçirilmişlerdir.

Dede Korkut Biyografisi
Dede Korkut destanların ilk anlatıcısıdır. Dede Korkut, hikâyelerinde veli bir kişi olarak ortaya çıkar. Oğuzlar önemli meseleleri ona danışırlar. Keramet sahibi olduğuna inanılır. Gelecekten haberler verdiği söylenir. Ozan ve kamdır. Oğuzname’de, Dede Korkut’un 295 yıl yaşadığı ve peygamber Muhammed’e elçi olarak gönderildiği anlatılmaktadır. Oğuz Han’a vezirlik yapmış olduğu da bilinir. Kopuz çalıp, hikmetli sözler söyler. Kopuzuna da kendine duyulduğu gibi saygı duyulur. Bazı rivayetlerde ise İshak Peygamberin soyundan olduğunu söyler. 9 ila 11. yüzyıllarda Türkistan'ın Aral gölü bölgesinde Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu ve bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına danışmanlık yaptığı destanlarından anlaşılmaktadır.570-632 yılları arasında (Muhammed zamanında) yaşadığı da rivayet edilir. Kıpçakların Oğuz Türkleriyle yaptığı mücadeleler Dede Korkut Hikayeleri'nin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.Dede Korkut hikayelerinden hep olay bittikten sonra çıkar bir destan söyler ve dua eder.

Dede Korkut Destanlarında Yer Alan Eski Türk Gelenekleri
Hikayelerin hepsinin bir toyla (eğlenceyle) başlaması eski bir Türk geleneğinin göstergesidir. Çocuklara ad verilirken yaptıkları işin gözetilmesi de eski bir Türk geleneği olarak kabul edilmelidir. Örneğin Boğaç Han ismini boğayı öldürmesiyle almıştır.

Destanlar

Yüz temel içinde yer alan Dede Korkut Kitabı; Dresden yazması kısa bir giriş ve 12 öyküden oluşur. Öyküler sırasıyla:

Dirse Han Oğlu Boğaç Han
Salur Kazan'ın Evi Yağmalanması
Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek
Kazan Bey Oğlu Uruz'un Tutsak Olması
Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
Kanlı Koca Oğlu Kanturalı
Kazılık Koca Oğlu Yegenek
Basat'ın Tepegöz'ü Öldürmesi
Begin Oğlu Emren
Uşun Koca Oğlu Segrek
Salur Kazan'ın Esir Olup Oğlu Uruz'un Çıkarması
İç Oğuz Dış Oğuz'un Asi Olup Beyrek'in Ölmesi
Vatikan yazmasında kısa bir giriş ve altı öykü vardır:

1 Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han

2 Hikayet-i Bamsı Beyrek

3 Hikayet-i Salur Kazan'ın Evi Yağmalanduğudur

4 Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur

5 Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey

6 Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz'a Asi Olup Beyrek Vefatı

Bozkurt Destanı


Türkler'in ilk ataları Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman çerileri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk'ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar. Düşman hükümdarı, çeri (asker) lerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle ve Türkler'in kökü tümüyle kazına... Düşman çerileri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dörtbir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular. Ve Türk kaganları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak dalgalandırdılar...

Bu efsaneden anlaşıldığına göre, Türkler'in ilk yurtları, Orta Asya'nın batısına yakın bir yerlerde idi. Türkler, Turfan'ın kuzey dağlarına daha sonra göçmüşlerdi.

Çin tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt destanı, burada bitmektedir. Çinliler daha sonra nelerin olduğunu açık olarak yazmıyorlar. Bu efsanenin son bölümü, Ergenekon Destanı'dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir. Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir. Oysa Moğollar, demirciliği bilmezlerdi. Cengiz Han zamanında Moğollar'ın yanına gelen bir Çin elçisi, o çağda bile Moğollar'ın ok uçlarını taştan yaptıklarını, demir işlemeyi bilmediklerini belirtir. Moğoıllar demir işlemeyi, Cengiz Han zamanında Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir.

Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Yukarıda değinilen konular, Ergenekon Destanı bölümünde daha geniş olarak anlatılmıştır.

Az önce bir özetini vermiş olduğumuz Bozkurt Destanı, Türk kültürü'ne derinlemesine etki yapmıştır. Bugünkü Moğolistan'ın Bugut mevkiinde bulunmuş olan, 578-580 yıllarından Kök Türkler'den kalma Bugut Anıtı'nın üzerinde elleri kesik bir çocuğa süt emziren bir Bozkurt kabartması vardır. Ayrıca Özbekistan'da çeşitli yerlerde kurda binmiş, kol ve bacakları kesik insan figürleri bulunmaktadır...

Bununla birlikte Destan ile ilgili üç farklı söyleyiş de bulunmaktadır.Bunlar;

Birinci söyleyiş:

Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan Göktürkler otururdu. Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.

Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı, rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.

Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına uğradılar. Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi. Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.

Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı vardı. Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir seçilmez Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.

Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, bir çok çocukları oldu. içlerinden Asena adını taşıyan biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşine oldu. İkinci söyleyiş:

Hunların bir boyu olan ve adına Aşine denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.

Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı. Hattâ içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri gibi yaptılar.

Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler.

O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı.

Zamanla Bozkurd'un beslediği çocuk gürbüzleşti.

Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Asine soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.

Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi denizin öte yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!

Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi.

Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o oldu. Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.

Aradan çok yıllar geçti. Aşine boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında ise Aşine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.

Üçüncü söyleyiş:

Bir not halindedir. Çin devlet adamlarından Cjan-Ken'in, Milattan önce 119 yılında, Çine göre batı ülkelerinde yaptığı gezi sonunda gördüklerini ve duydukların yazıp o zamanki Çin împaratoruna sunduğu notlan arasında kayıtlıdır. Notu, Abdülkadir înan'ın, Türk Dili Araştırmalan Yıllığı (1954) ndaki Türk Destanlanna Genel bir bakış adlı yazısından olduğu gibi alıyoruz:

"Hun Ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hanı, Gunmo unvanını taşıyor. Gunmo'nun babası, Hunlann batısındaki bir ülkeye sahipti. Gunmo'nun babası bir savaşta Hunlar tarafından öldürüldü. Yeni doğmuş olan Gun-mo'yu kırlara attılar. Kuşlar çocuğu sineklerden koruyor; bir dişi kurt sütüyle besliyordu. Hun Hakanı buna şaştı. Bu çocuğu saydı. Onu kendi terbiyesine aldı, büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi."

Şu Destanı



Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı iskender, iran’ı ve Türkistan’ı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı şu idi. Bu Destan Türklerin iskender’le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatımaktadır.

Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü Lügat-it Türk’de iskender’den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir.Destanın tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir: iskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan’da hükümdar şu isminde bir gençti. iskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu.Bu sebeble de iskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. iskender’in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: “Erler iskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç” dediler. Bekle , eğlen, dur anlamına gelen “Kalaç” bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. iskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk’e benziyor anlamında ” Türk maned ” dedi.Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de iskender’in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak iskender’in öncülerini bozguna uğrattılar.Sonra iskender ile şu barıştılar. iskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun’a dönerek bugün şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir.

Bu destana göre iskender Türkistan’a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. iskender Türkistanda mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler iskender’in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir

Alp Er Tunga Destanı


İran padişahı "Minûçehr"in ölümünü haber alan Turan padişahı Peşeng, İran aleyhine savaş açmak için Türk ulularını topladı: "İranlılar'ın bize yaptıklarını biliyorsunuz. Türkün öç alma zamanı gelmiştir" dedi. Oğlu "Alp er tunga"nın içinde öç duygularıyla kaynadı. Babasına: "Ben arslanlarla çarpışabilecek kişiyim. İran'dan öç almalıyım" dedi. Boyu servi gibi, göğsü ve kolları arslan gibi idi. Fil kadar güçlü idi. Dili yırtıcı kılıç gibi idi.

Savaş hazırlıkları yapılırken Türk padişahının öteki oğlu "Alp Arız" saraya gelip babasına: "Baba! Sen Türkler'in en büyüğüsün. Minûçer öldü ama İran ordusunun büyük kahramanları var.İsyan etmeyelim. Edersek ülkemiz yıkılıp gider" dedi. Peşeng, oğluna şöyle cevap verdi: "Alp er tunga avda arslan, savaşta savaş filidir. Bahadır bir timsahtır. Atalarının öcünü almalıdır. Sen onunla birlik ol. Ovalarda otlar yeşerince ordunuzu "Amul"a yürütün. İran'ı atlarınıza çiğnetin. Suları kana boyayın."

Baharda Türk ordusu alp er tunga'nın buyruğunda İran üzerine yürüdü.Dehistan'a geldi.İki ordu karşılaştı. Türk kahramanlarından Barman İranlılar'a doğru ilerleyip er diledi. İran kumandanı ordusuna baktı.Gençlerden kimse kıyışamadı. Yalnız kumandanın kardeşi Kubâd atıldı. Fakat yaşlıydı. Kardeşi ona dedi ki: "Barman genç,arslan yürekli bir atlıdır.

Boyu güneşe kadar uzanmıştır.Sen yaşlısın. Kan, ak saçlarını kızartırsa yiğitlerimiz ürker".Fakat Kubâd dinlemedi: "İnsan av, ölüm onun avcısıdır" diyerek savaşa çıktı. Barman ona: "Başını bana veriyorsun. Biraz daha bekleseydin daha iyiydi.Çünkü zaten senin hayatına kasdetmiştir" dedi. Kubâd: "Ben zâten dünyadan payımı almış bulunuyorum" diye karşılık vererek atını saldırdı.Sabahtan akşama kadar uğraştılar. Sonunda Barman kargı ile Kubâd'ı devirerek zaferle Alp er tunga'nın yanına döndü. Bunu görünce İran ordusu ilerledi. İki ordu birbirine girdi. Cihanın görmediği bir savaş oldu. Alp er tunga üstün geldi. İranlılar dikiş tutturamayıp dağıldılar. İran padişahı iki oğlunu memlekete göndererek kadınları Zâve dağına yollattı.

Türk ve İran orduları iki gün dinlendikten sonra üçüncü gün Alp er tunga yeniden saldırdı.İran büyükleri ölü ve yaralı olarak savaş alanını doldurdular. Geceleyin İranlılar bozuldu.Bunu görünce İran padişahı ve başkumandanı Dehistan kalesine sığındılar. Alp er tunga kaleyi kuşattı. İran padişahı kaleyi bırakıp giderken ardına düşen Alp er tunga onu tutsak etti.

İran'a tâbi Kâbil ülkesinin pâdişahı olan kahraman Zâl İranlıların yardımına geldi. Büyük savaşlar yaparak Türk ordularını bozdu. Bundan öfkelenen Alp er tunga, tutsak bulunan İran pâdişahını kılıçla öldürdü. Öteki tutsakları da öldürecekti. Fakat kardeşi Alp Arız onu vazgeçirdi. Tutsakları 'Sarı'ya göndererek hapsettirdi. Kendisi de Dehistan'da 'Rey'e gelerek İran tacını giydi. İran ülkesinde padişah oldu. Fakat Sarı'daki tutsakların kaçmasına sebep olduğu için kardeşi Alp Arız'ı öldürdü.

İran tahtına Zev geçtiği zaman iki ordu yine karşı karşıya gelip beş ay vuruştular. Ortalıkta kıtlık oldu. Sonunda insanlık bitmesin diye barış yaptılar. İran'ın şimal ülkeleri Turan'ın oldu.

Fakat Zev ölünce Alp er tunga yine İran'a saldırdı. Kardeşi Alp Arız'ı öldürdüğü için babası kendisine dargındı. Fakat yeni İran padişahı da ölüp İran tahtı yine boş kalınca Turan padişahı Peşeng, oğlu Alp er tunga'ya yine haber yolladı.

Ceyhun'u geçerek İran tahtına oturmasını bildirdi.İranlılar Türk ordusunun geleceğini duyunca korkup Zâl'e başvurdular Zâl artık kocadığını söyleyerek oğlu Rüstem'i yolladı. İki ordunun öncüleri arasındaki çarpışmada Rüstem Türkler'i yenerek Keykubâd'ı İran tahtına çıkardı.

Asıl orduların çarpışmasında ise Rüstem,Alp er tunga ile karşı karşıya geldi. Alp Er Tunga'yı yenecekken Türk bahadırları onu kurtardılar. Rüstem bir hamlede 1160 Türk kahramanı öldürdüğü için Türkler yenildiler. Ceyhun'u geçtiler. Alp er tunga babasının yanına döndü. Babasını barışa kandırdılar. Barış yaptılar.

İran tahtına Keykâvus geçtikten sonra Araplar isyân ettiler.Fakat galip gelen Keykâvus bir ziyafette sarhoş edilerek bağlandı. Bu haber İran'ı karmakarışık etti.Alp er tunga büyük bir orduyla Araplar'ın üzerine atılarak onları yendi. Türk ordusu İran'a yayılarak herkesi tutsak etmeye başladı. İranlılar yine Zâl'den yardım istediler. Zâl,Araplarda tutsak olan Keykâvus'u kurtarıp onların ordularını da kendi ordusuna kattıktan sonra Türkler'e yöneldi. Kanlı bir savaşta Turanlıların yarısı öldü. Alp er tunga yenilerek kaçtı.

Bir gün İran'ın yedi ünlü pehlivanı Rüstem'e Turan'a giderek Alp er tunga'nın avlağında avlanmayı teklif ettiler. Sirahs civarındaki bu avlağa gidip yedi gün kaldılar. Alp er tunga bunu duyunca ordusuyla geldi. Teke tek dövüşlerde Türk pehlivanları İranlılar'dan üstün geldilerse de işe Rüstem karışınca yedi pehlivan ile birlikte Türk ordusunu dağıttı. Hatta az kalsın Alp er tunga da tutsak oluyordu.

Keykâvus İran'da eğlenceler,aşk oyunları ile uğraşırken Alp er tunga Türk atlılarıyla ilerledi. Bu haber Keykâvus'a geldi. Oğlu Siyâvuş ile Rüstem'i Türkler'e karşı yolladı. Türk öncülerini yenerek Belh kalesini aldılar. Bu sırada kötü bir rüya görüp bunu tabir ettiren Alp er tunga, beğlerin fikrini de alarak İranlılar'la barış yaptı. Onlara rehineler verdi.

Buhara,Semerkand ve Çaç şehirlerini bırakıp "Gang" şehrine çekildi.Fakat bu barışı istemeyen Keykavus, Rüstem'e ve Siyâvuş'a kızıp kötü muamele ettiğinden Rüstem kendi ülkesine çekildi. Siyâvuş da Alp er tunga'ya sığındı. Türkler'in payıtahtı olan Gang şehrine kadar büyük saygı görerek geldi. Kendini çok sevdirdi. Hatta Türk kahramanlarından 'Piran'ın kızı ile ve biraz sonra da Alp er tunga'nın büyük kızı olan güzel 'Ferengis' ile evlendi. Pîran'ın kızından bir oğlu oldu. Adını Keyhusrev koydular.

Bir müddet sonra,Siyâvuş'u çekemeyenler Alp er tunga'ya aleyhinde sözler söylenerek aralarını açtılar.Siyâvuş öldürüldü. Bunun üzerine Rüstem yine ortaya çıktı. İlk çarpışmada Alp er tunga'nın oğlu 'Sarka'yı öldürdüler.Alp er tunga bunun öcünü almak için bizzat yürüdü. Fakat savaşı İranlılar kazanarak onu Çin denizine kadar kaçırdılar. Rüstem Turanlıları nerde bulduysa öldürüp altı yıl Turan'da kaldıktan sonra çekilip yurduna geldi.

Alp er tunga Turan'ın yakıldığını, Türkler'in öldürüldüğünü görünce kan ağladı. Öç almaya and içti. Ordu toplayarak İran'a girdi. Ekinleri yaktı.İran'a hakim oldu. Kıtlık çıkararak İranlılar yedi yıl açlıktan kırıldılar. Bunun önüne geçip İran'ı kurtarmak için Keyhusrev'e tahtı bıraktı. Keyhusrev, Alp er tunga'dan öç almak için ordusunu hazırladı.

Fakat bu ordu daha Alp er tunga ile karşılaşmadan bozuldu.Keyhusrev yine ordu yolladı.Türkler'den Bazur adında birisi büyü yaparak dağlara kar yağdırdı. İranlılar'ın elleri tutmaz oldu. Böylelikle İran ordusunu doğradılar. İranlılar yine Rüstem'i yolladılar. Harikulade savaşlardan sonra Rüstem Türk ordusunu bozup Türk ordusunda bulunan Çin hakanını da tutsak etti.

Alp er tunga bu haberi alınca pek üzüldü. Uluları toplayıp danıştı. Bunlar: "Ne yapalım! Çin, Saklap orduları bozulduysa, Turan ordusuna bir şey olmadı. Anamız bizi ölmek için doğurdu" dediler. Alp er tunga hazırlığa başladı. Oğlu 'Şide' onun maneviyatını yükseltti. Bu savaşa Turan ordusu tarafından, Çin dağlarında oturan "Püladvend" adında bir Çinli de ordusuyla iştirak etti. İran pehlivanlarını yendiyse de sonunda Rüstem'e yenildi. Bunun üzerine Turan ve İran orduları çarpıştı.

İranlılar kazandı. Alp er tunga kaçtı.Bundan sonra Keyhusrev dünyanın üçte ikisine hakim oldu. Bir gün sarayında şarap içerken Turan, sınırından İranlılar gelip Turanlılar'ın kendilerine zarar verdiğini söylediler. Keyhusrev bu işi halletmek için İran kahramanlarından 'Bijen' i gönderdi.Bijen sınırda ve Turan tarafındaki bir ormanda, yanındaki güzel kızlarla eğlenen 'Menîje'yi gördü. Menîje, Alp er tunga'nın kızıydı. Birbirlerini sevdiler. Menîje onu Turan'a, sarayına götürdü. Alp Er Tunga bunu duyunca çok öfkelendi. Bijen'i kuyuya hapsetti.Kızını da kovdu. İran padişahı genç kumandanının gelmediğini görünce yine Rüstem'i yolladı.

Rüstem tüccar kılığında Türk pâyitahtına kadar gitti.Bijen'i kurtardığı gibi Alp er tunga'nın da sarayını basarak onu kaçırdı, Menîje'yi İran'a gönderdi. Alp er tunga ise yeniden ordu yığarak yürüdü.İran ordusunun arkasında 'Bîsütun' dağı vardı.Yine Rüstem'in sayesinde İranlılar bu savaşı kazandılar.Alp er tunga, Karluk'a kadar kaçtı. Beğlerine dedi ki: "Ben dünyaya buyruğumu geçiriyordum.Minûçehr zamanında bile İran Turan'a denk olamamıştı. Minûçehr zamanında bile İran Turan'a denk olamamıştı.

Fakat bugün İranlılar hayatımı sarayımda bile tehdit ediyorlar. İyi bir öç almayı düşünüyorum.Bin kere bin bir Türk ve Çin ordusuyla yürüyelim" Toplanmaya başladılar. Fakat bizzat Alp er tunga'nın iştirak etmediği ilk savaşı İranlılar kazandılar. İran padişahı Asıl Alp er tunga'yı yok etmek istiyordu. Yeniden her yandan ordular toplayarak ilerledi.

Alp er tunga bin kere bin ordusunun üçte ikisini toplamıştı. 'Beykend' şehrinde oturuyordu.Karargâhında pars derisinden çadırlar vardı. Kendisi altınlı ve mücevherli bir taht üzerinde idi. Karargâhın önünde birçok kahramanların bayrakları dikili idi.

İleriye gönderdiği ordunun bozulduğunu duyunca başı döndü. Öç almadan dönmemeye and içti.Oğlu 'Kara Han' a ordusunun yarısını vererek Buhâra'ya gönderdi. Oğullarından Şide (ki asıl adı Peşeng idi), Cehen, Afrâsiyab, Girdegîr ve oğlu İlâ'nın oğlu Güheylâ bu orduda idiler. Çigil, Taraz, Oğuz, Karluk ve Türkmen ler çerisini teşkil ediyordu. İki ordu karşılaşınca ilk önce İran padişahı Keyhusrev'le Alp er tunga'nın oğlu Şide teke tek dövüştüler. Şide öldü. Alp er tunga duyunca saçlarını yoldu. Ertesi gün iki ordu akşama kadar savaşıp ayrıldılar.

Daha ertesi gün yine çarpışıldı. Alp er tunga kükremiş gibi saldırıyordu.İran'ın büyük pehlivanlarından birkaçını öldürdü. Keyhusrev'le Alp er tunga karşı karşıya geldiler. Fakat Turan pehlivanları onun İran padişahıyla dövüşmesini istemeyerek atının dizgininden tutup geri götürdüler. O gece Alp er tunga ordusunu alıp Ceyhun'un ötesine geçti.

Kara Han'ın ordusuyla birleşip Buhara'ya geldi.Biraz dinlendiler. Sonra pâyıtahtı olan Gang'a geldi. Bu şehir cennet gibiydi. Toprağı mis,tuğlaları altındı. Her yerden ordular çağırdı. Bu sırada casusları Keyhusrev Ceyhun'u geçti diye bildirdiler. Keyhusrev ilk önce Suğd'a geldi.Bir ay kalıp itaate aldı. Yine ilerledi. Türkler İranlılar'a su vermiyorlar,ordunun arkasında yalnız kalmış İranlı bulurlarsa öldürüyorlardı. Keyhusrev de önüne çıkan saray, kale, erkek, kadın en bulursa yok ediyordu.

İki ordu 'Gülzâriyun' ırmağı kıyısında karşılaştılar. Birbirine girdiler. Alp er tunga'nın ordusundan Keyhüsrev'e korku gelmişti. Ordunun arkasına çekilip Tanrıya yalvardı.Derhal fırtına kopup tozları Turan ordusuna doğru atmaya başladı. Türkler bozuldular. Fakat Alp er tunga kaçmak isteyenleri öldürerek ordusunu durdurdu.Dönüp iyen savaştılar. Gece çökünce iki ordu ayrıldı.

Alp er tunga ertesi günü yine çarpışacaktı. Fakat kendisine gelen haberci oğlu Kara Han'ın ordusundan yalnız Kara Han'ın sağ kaldığını bildirdi.Bunun üzerine ağırlıklarını bile toplamadan hızla ordusu ile çöle atıldı.

Rüstem'i vurmak istiyordu.Keyhusrev bunu Rüstem'e bildirdiği gibi kendisi de onun ardına düştü.Alp er tunga, Gang'a gelip Rüstem'e baskın yapmak istediyse de onun tetikte olduğunu görerek vazgeçti. Şehre girdi.

Bu kalabalık şehrin kalesi o kadar yüksekti ki üstünden kartal bile uçamazdı. İçinde yiyecek boldu.Her köşesinde kaynaklar, havuzlar vardı.Havuzlar bir ok atımı boyunda ve eninde idi.Güzel bahçeleri, saraylarıyla bir cennetti. Alp er tunga ordusuyla Gang'a kapandı.Çin padişahına da mektup yazıp yardım diledi.Keyhusrev de ordusuyla gelerek Rüstem'le birleşti.

Kalenin çevresine hendekler kazdırdı.Odunlar yığıp katranla ateş verdiler.Duvarlar yıkıldı. Şehire hücumla girdiler.Herkesi öldürdüler.Alp er tunga sarayının altındaki gizli yoldan 200 beği ile kaçarak kurtuldu.Çin padişahının yanına gitti. Çin hakanı büyük bir ordu hazırlamıştı. Bunu duyan Türkler her taraftan Alp er tunga'nın yanına gidiyorlardı.

Keyhusrev Gang'a,bir kumandan bırakıp Alp er tunga'nın üzerine yürüdü.Karşılaştılar.Alp er tunga ona bir mektup yazarak insanlardan uzak ve kendisinin beğeneceği bir yerde teketek dövüşmeği teklif etti.

Keyhusrev kabul etmedi.O gün iki ordu akşama kadar çarpıştı. Gece olunca Keyhusrev ordusunun önüne hendekler kazdırdı. Bir kısım kuvvetlerini Türk ordusunun gerisine gönderdi.

Türkler gece baskını yapıp hendeğe düştüler.Arkalarındaki kuvvetler de pusudan çıktı. Türk ordusunu yendiler.Alp er tunga kalan çerisiyle çöle çekildi. Keyhusrev Gang'a döndü. Çin padişahı da Keyhusrev'den korkarak ona elçi gönderdi.

Keyhusrev,Alp er tunga'yı bir daha yanına almamak şartı ile onunla barıştı.Alp er tunga bunu işitince perişan bir halde çöle çekildi. Zere denizine geldi.Bu, ucu bucağı olmayan bir denizdi. Orada bir gemici vardı:"Ey padişah! Bu derin denizi geçemezsin. 78 yaşındayım. Bunu, bir geminin geçtiğini görmedim" dedi.

Alp er tunga, "Tutsak olmaktansa ölmek yeğdir" diye cevap verdi. Bir gemi yüzdürttü.Binip yelken açtılar. "Gangıdız" şehrine vardılar. Alp er tunga orada "geçmişi düşünmeyelim. Talih yine buna döner" diyerek yatıp uyudu.

Keyhusrev, Alp er tunga'nın suyu geçtiğini haber aldı.Hazırlıklar yaparak birtakım ülkeleri aldıktan sonra Zere denizinin kıyısına geldi. Yedi ayda denizi geçtiler.Gangidiz'i aldı. Bulduklarını kestilerse de Alp er tunga gizlice kaçtı.

Keyhusrev buradan Turan'ın payıtahtı oldu. Gang'a geldi. Alp er tunga'yı soruşturdu. Kimse bilmiyordu. Halbuki bu sıralarda o yiyeceksiz, içeceksiz dolaşıyordu. Kayalık bir dağın tepesindeki bir mağarayı kendine ev yapmıştı.

Bu mağarada insanlardan uzak yaşayan 'Hûm' adında biri vardı. Bir gün mağarada bir ses işitti. Alp er tunga kendi kendine tâliine yanıyordu. Bu sözlerin Türkçe olmasından yabancının kim olduğunu anlayan Hûm ona hücum ederek tutsak etti. Fakat o yine kaçarak suya atıldı. Hile ile Alp er tunga'yı sudan çıkararak öldürdüler.